Fatih Altaylı'dan çok sert Akbelen çıkışı: Suçlusu ne Limak'tır ne de İC

Fatih Altaylı'dan çok sert Akbelen çıkışı: Suçlusu ne Limak'tır ne de İC

Gazeteci Fatih Altaylı, Akbelen Ormanında meydana gelen olaylara ilişkin ele aldığı yazıda, “Bu doğa katliamının önünü açan yasal düzenlemeyi yapanlar şirketler değil, maaşlarını bizim verdiğimiz vekiller” ifadelerini kullandı.

Akbelen Ormanında maden sahası genişletmelerine karşı, bölge halkının verdiği direniş sürüyor. 24 Temmuz tarihinde Jandarma ekiplerinin sabah saatlerinde bölgeye sevk edilmesi ile birlikte, ağaç kıyımına karşı mücadele eden bölge halkı da joplu ve biber gazlı saldırıya uğradı.

Birçok siyasetçinin de bölgeye gitmesi ve her gün yeni bir gelişmenin yaşanması sebebi ile gündemden düşmeyen Akbelen Ormanı için gazeteci Fatih Altalı’da kendisine ait internet sitesinde bir köşe yazısı paylaştı.

Yazısında, “Bu ormanların katledilmesi, doğanın yok edilmesi siyasi bir tercihtir.

En nihayetinde sağlıklı bir çevrede yaşamak isteyenler sağlıklı bir çevrede, b.k çukurunda yaşamak isteyen b.k çukurunda yaşar.” İfadelerini kullanan Altaylı’nın ilgili yazısı şu şekilde:

“Akbelen Ormanları’nda ve İkizköy’de direniş sürmeye çalışıyor.

İÇTAŞ bu santralleri 2014 yılında Özelleştirme İdaresi’nden satın aldığında bugünlerin geleceği belliydi.

Özelleştirme sırasında bu santrallerden biri 28, diğeri ise 21 yaşında idi. Yani ekonomik ömürlerini tamamlamalarına birkaç yıl kalmıştı ve zaten havzalarındaki kömür miktarı da bu ekonomik ömrü tamamlamalarına anca yetiyordu.

Yani yeni yatırımlarla ekonomik ömürleri uzatılırsa, bir yerlerden kömür bulmaları gerekecekti. Kıyamet 3 yıl kadar önce kopmaya başladı. Bugünün gelişi ise 2 yıl önce netleşti. Sizin yeni haberiniz oluyor belki ama bölgede 2 yılı aşkın bir zamandır süren mücadele var.

Benzer enerji firmalarının özellikle Ege bölgesindeki termik santrallerin yakıt ihtiyacını karşılamak için zeytinlik ve orman alanlarına tecavüz etmelerine imkan sağlayan yasal değişiklik zaten bu yüzden yapıldı.

Yeni ortada bir sürpriz, beklenmedik bir durum yok.

Üstelik bu santrallerle ilgili tek sorun, ormanlıkları ve zeytinlikleri yok etmeleri değil.

Aldıkları tüm teşviklere rağmen, santralleri çevreci hale getirmemeleri. Baca gazı emisyonlarını gelişmiş ülke standartlarına getirecek önlemleri almamaları.

Hazırlanan bir rapora göre, bu iki santralden birinin 37, diğerinin 21 yılda neden olduğu “erken ölüm” sayısı 35 bin, bu santrallerin neden olduğu sağlık sorunları nedeniyle aynı süre içinde sebep oldukları sağlık maliyeti 760 milyar TL.

Binlerce dönüm tarım arazisinin, 40 bin verimli zeytin ağacının ve 780 dönüm yaşlı ve doğal kızılçam ormanının bu santralleri 10 yıl daha yaşatmak için öldürüleceği aslında çoktan belliydi.

Yukarıda sizinle bazı verilerini paylaştığım raporlar, üç yıl önce hazırlandı.

Şimdi herkes bu santralleri işleten şirketleri suçluyor.

Yok “LİMAK’ın otellerinde kalmayın”mış, yok şu imiş, yok bu imiş.

Buna mukabil santralin sahibi Limak-İçtaş ortaklığı YK Enerji ise “3 milyon fidan diktik. Bu 2000 futbol sahası eder. 2 yıl içinde 2 milyon daha dikeceğiz” gibi açıklamalar ve “1992 yılından bu yana işletmesi biten maden alanlarında 415 bin ağaç dikildi” gibi kendileri ile pek de alakası olmayan sayılar vererek manasız bir PR faaliyeti yürütüyorlar.

Bana göre ortada bu şirketleri suçlayacak hiçbir şey yok.

Sorun şirketlerde değil, suçlanması gereken şirketler değil siyaset.

Bu doğa katliamının önünü açan yasal düzenlemeyi yapanlar şirketler değil, maaşlarını bizim verdiğimiz vekiller.

Ülke ormanlarının katledilmesi için önlem alıp destek olanlar da o şirketin çalışanları değil maaşlarını bizim verdiğimiz Orman Bakanlığı çalışanları ve bu ülkenin dağını, taşını, toprağını, ağacını, kuşunu korumak zorunda olan jandarma.

Aynı şirket 45 bin geçiş garantili Çanakkale Köprüsü’nü yaptı.

Kabahat şirkette mi yoksa bu garantiyi verende mi! Sonuçta millet bu ülkenin kaynaklarını korusun, geleceğini güvence altına alsın diye şirketlere oy vermiyor.

Bu ormanların katledilmesi, doğanın yok edilmesi siyasi bir tercihtir.

En nihayetinde sağlıklı bir çevrede yaşamak isteyenler sağlıklı bir çevrede, b.k çukurunda yaşamak isteyen b.k çukurunda yaşar.

Çocuklarının nerede yaşayacağını herkes kendi karar verir.

Çoğunluk b.k çukurunu seçtiyse yapacak bir şey yoktur.

Suçlusu ne LİMAK’tır, ne de İC.

Namuslu vatandaşın tepkisi, inek hırsızının yumruğundan çok acıtır

İkizköy’e gidip doğayı korumak isteyen eylemcilere sözde destek veren CHP heyetine ve tabii genel başkanları Kemal Kılıçdaroğlu’na halk tepki göstermiş.

Ahali haklı çünkü Kılıçdaroğlu’nda bir “içtenlik sorunu” var. Tepkileri samimi değil, rakip siyasetçiler gibi içtenmiş taklidi yapma konusunda da başarılı değil.

Etrafındaki yalaka taifesi “Efendim gitmemiz lazım” demişler, alıp götürmüşler.

O da makam otomobilinden inip birkaç kişi ile konuşmuş ve bir an önce kendisine söylenileni yapıp geri dönmek istemiş ve halkın tepkisi ile karşılaşmış.

İş öyle bir hale gelmiş ki Kılıçdaroğlu’nun adamları halka hakarete başlamış, “Ananı da al da git”e ramak kalmış.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu durumunu en iyi 2018 seçimlerinden önce partisinin bir ilçe yöneticisi söylemişti.

Yanlış hatırlamıyorsam o zaman da bunu yazmıştım.

Kılıçdaroğlu’nun bir mitingini izliyorduk ve yanımda partisinin bir ilçe başkanı vardı.

İlçe başkanı bana dönüp, “Fatih Bey, bu adam iyi bir adam ama bundan cacık olmaz. Ayağı asfalta değmemiş. 1990’lardan beri makam arabası ile gezen, halkla alakası olmayan, halkı bilmeyen biri. Genel başkanımız ama iktidar olma ihtimali sıfırın da altında” demişti.

Durumun özeti budur.

Kılıçdaroğlu bir siyasetçi değildir. O günkü cümledeki tek yanlış “iyi bir adam” bölümüdür çünkü giderek orada bile “samimi” olmadığı ortaya çıkmakta, iyi adam algısı bile yerle bir olmaktadır. “Elinden geleni yapan ama seçilemeyen ve herkesin saygı ile uğurlayacağı” bir adam olacakken, şimdi giderek “Hırslarının esiri olmuş, AK Parti’nin iktidarda kalması projesinin elemanı” iddialarını doğrulayacak bir tutum içinde kifayetsiz muhteris bir adama dönüştüğünün bile farkında değil.

Öyle ki, artık akçeli işlerle ilgili dedikodular bile kendisine yakıştırılmaya ve yakışmaya başladı.

Açıkçası ben bunlara inanmam. Ama Kemal Bey’i de son bir kez uyarayım. Böyle tepkilerle artık daha sık karşılaşacak. Ona seçimden 1 yıl önce “Aday olmayın, olursanız ve kaybederseniz halk CHP Genel Merkezi’ne saldırır” derken tam da bunu kast ediyordum.

Bundan böyle gittiği her yerde halkın hedefinde olacak.

Üstelik artık kendisine tepki gösterenler “inek hırsızı edepsizler” değil, vergisini ödeyen, bu ülke için sabahtan akşama eşek gibi çalışan, düzgün vatandaşlar olacak.

İnek hırsızın yumruğu adam olanın canını acıtmaz ve onurlu ve dürüst vatandaşların bir lafı bile çok acıtır.

Ama dediğim gibi adam olanın.

TBMM’de lazımsınız ormanda değil

Arazide jandarma kovalayan Mahmut Tanal’a bir küçük hatırlatma yapayım.

Partiniz kendi talep ettiği TBMM oturumunda, kendi önergesine oy vermek için tam kadro bulunması gereken oturumda bulunmazken, iktidar en kritik yasaları geçirirken “nasıl olsa sayımız yetersiz” diye genel kurul salonuna teşrif bile etmezken, atı alan Üsküdar’a geçtikten sonra sizin jandarma kovalamanız hiçbir anlam ifade etmez.

Siz jandarmayı değil, memleketin ormanlarını, ovalarını, derelerini, nehirlerini peşkeş çekenleri kovalayacaksınız.

İşten işten geçtikten sonra ormanda değil, iş işten geçmeden Meclis’te.

Sizin kahramanlık göstermeniz gereken yer genel kurul salonu, yalancı pehlivan gibi sahte peşrev çektiğiniz Akbelen Ormanı değil.

Seçimden bu yana duyulmayan isim hangisi?

Seçimlerden önce en çok kimin adını anıyorduk, hatırlıyor musunuz!

Atatürk’ün bile adını anmayan CHP Genel Başkanı da, İYİ Parti Genel Başkanı da ve hatta diğer muhalif genel başkanlar da en çok kimden söz ediyordu, hatırlıyor musunuz!

Hatırlamıyorsunuz değil mi!

Zaten sorun da bu. Hiçbir şeyi hatırlamıyoruz.

Garip bir göçebe hafızamız var.

Seçim öncesinin en önemli kişisi Sinan Ateş idi.

Sokakta üç beş kapkaççıya infaz ettirilen, eski Ülkü Ocakları Başkanı, akademisyen Sinan Ateş.

Muhalefet belki Cumhur İttifakı’ndan üç beş oy aparırız diye sabah akşam Sinan Ateş’ten, Sinan Ateş’in katillerinin yakalanmasından, azmettiricilerinin ortaya çıkarılmasından bahsediyordu.

Seçimin üzerinden 2 ay geçti.

Bu iki ayda bir kez bile bir siyasetçinin “Sinan Ateş” dediğini duydunuz mu!

Ben duymadım.

Kim bilir belki de “Ülkücülerin bile umurunda değilmiş, bize ne” diyorlardır.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Ahlaklı olmanın maliyetine zevkle katlandığımız zaman.

İlgili Haberler