Fareli köyün mavalcısı
90’lı yıllarda İspanya’dan başlamak üzere batı ülkelerinde sözde Kürt parlamentoları toplanmış, bunun üzerine Türkiye’den büyük tepkiler gelmişti. Bu tepkiler, Türkiye’yle o devletler arasında ağır diplomatik krizlere sebep olmuştu.
Aradan on-onbeş yıl geçti... Söz konusu korsan parlamentolarda söylenemeyenler bile artık bizim ülkemizde, bizim Meclis’imizde, üstelik meydan okurcasına dile getirilmeye başlandı... Bu kısa zaman dilimine sığan müthiş değişimi özetlemek için BDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın Uludere’nin yıldönümüyle ilgili sarfettiği şu sözleri duymak yeterli: “Bu tepenin arkası Kürdistan’dır. Bu tarafı da Kürdistan’dır.Ölenler Kürt’tür... Öldürenler Türk savaş uçaklarıdır. Kürdistan yok diye mi bize bu zulüm yapılıyor?.. O zaman Kürt halkının yapması gereken bir şey var... Adı ister özerk, ister federasyon, ister bağımsızlık olsun, Kürt halkı bu eksikliği tamamlamalıdır. Kürt’ün Kürdistan’ı olsaydı, olması gerekirdi, bunun hesabı sorulurdu...”
Trafiğe kapalı alan gibi ‘hukukun pençesine kapalı alan’ yakalamış olmanın verdiği cesaretle devam ediyor Demirtaş: “Bunları kaçakçı ve terörist olarak göstermeye çalışacaklar... Kaçak olan tek bir şey vardır, o da sınırlardır... Burada kaçakçılık yoktur... Roboski bir Kürdistan meselesidir... Roboski’de yapılmak istenen Kürdistan’ın önünü kesmektir... Kürt ulusal ittifakı buna cevap vermelidir...”
Hiç şüphe yok ki bu cüretin kaynağı, taviz verdikçe iştahı açılan etnik istismarcılara siyasî iktidarın yakayı kaptırmış olmasıdır. Eğer bu açık isyan organizasyonu, ülkenin sınırlarını bile tanımamaya, alenen kaçakçılık olan bir eylemi korsan bir devletin sınırları içinde gerçekleşen ‘serbest ticaret’ gibi sunmaya cesaret edebiliyorsa, buna zemin hazırlamış olanlar millet ve tarih önünde asla hesap veremeyeceklerdir... Kaçakçı ‘tacir’, sınırlar ‘kaçak’!... Yani Türkiye Cumhuriyeti devleti kendisine ait olmayan topraklarda ‘işgalci’!.. Zaten yıllardır alıştırılıyorduk, Apo’ya ‘sayın’, teröriste ‘gerilla’veya ‘özgürlük savaşçısı’denilmesine... Üniversiteli profesyonel militanlara ‘masum öğrenci’, onların yakıp yıkmalarına ‘demokratik tavır’, masumları katleden bombacıya ’sosyolog’, terörizm yaltakçısına ’aydın’, üniter devlete düşman olanlarla işbirliği yapan marjinal fosile ’yurtsever’denildiği gibi!.. Siyaset dünyamıza egemen olmaya başlayan bu yeni lugatte Türkiye Cumhuriyeti’ndeki ’Türk’ün adının anayasadan çıkarılamayacağını savunan ’ırkçı’, üniter devleti tartıştırmayan ‘faşist’, KCK operasyonlarına karşı çıkmayan ‘anti-demokrat’tır!..
Bu büyük transformasyon, başlangıçta ‘Milli Görüşün devamı’gibi algılanma ihtimalini ortadan kaldırmak için liberal ve eski sosyalistlerin memleket gerçeklerinden uzak ütopik telkinlerine fazlaca prim veren siyasî iktidarın yol açtığı zeminde ilerliyor... Ve her geçen gün çıtayı yükseltiyor... Dün ürkerek girdikleri TBMM’de, onları “O hayvan kim?” sorusunu sordurabilecek dereceye getiren, işte bu zemindir... Yoklaya yoklaya ilerliyorlar... Engelle karşılaşmadıkça, caydırıcılık görmedikçe daha da pervasızlaşıyorlar... Eğer Demirtaş, bugün “Sizin sınırlarınızı tanımıyoruz, burası Kürdistan’ın içidir” anlamında sözler söyleyebiliyorsa, bu on yıldır yeşertilen sürecin kaçınılmaz sonucudur... Meclis’te “Hangi hayvan?” diye sorulduğunda “Vallahi ben değilim” diye cevap verilmemiş olmasını, siyasî iradenin ‘dik duruş’una mı yormalıyız yoksa?
Başbakan Erdoğan, kamuoyunun tepki göstereceği herhangi bir olay olduğunda derhal ‘dokunulmazlıkların kaldırılması’nı gündeme getiriyor... Sahi Başbakan’ın gündeme getirdikten kısa bir süre sonra bu konuyu kaç kere arka cebine soktuğunu sayan var mı? Tiyatro gibi her şey... Artık bağımsızlık ve ayrı devlet konuşuluyor... Ankara’da tabuta protokol gereği sarılan Türk bayrağı, törenden sonra sözde Kürdistan bayrağıyla takas ediliyor... Üniversiteler psikolojik üstünlüğü pekiştirme alanlarına dönüştürülürken, marjinal solla işbirliği halinde bütün meslek odaları birer birer ele geçiriliyor... Acı olan, tarihin kudretli milletinin ve onun hayat verdiği yapılara egemen olan güçlerin bu kahredici süreci eli kolu bağlı bir şekilde izliyor oluşu... Bu işin doğasına uygun biçimde mücadele etseniz ve kaybetseniz, bu anlaşılabilir bir durumdur... Anlaşılamayan ve hazmedilemeyen gerçek, Türkiye’nin açık denizde dümeni kilitlenmiş bir gemi muamelesi görmesi ve düşmanlarının bu zaafı acımasızca kullanmasıdır...
Bir yanda AKP’nin millî hissiyattan nasipsizliği, diğer yanda AKP’ye karşı tek güçlü muhalefetin PKK-BDP çizgisinden geldiğine inanan ve AKP’den nefretleri dolayısıyla PKK’yı bile hoş görebilen odakların varlığı, ülkeyi sıkıştıran mengenenin iki tarafını oluşturuyor... Bu fotoğrafı maalesef en iyi okuyabilen ve oyunu satranca çeviren BDP’dir... Daha önce Ecevit’ten Doğu Perinçek’e, son olarak da Başbakan Erdoğan’a kadar pek çok siyasîye engel çıkarılan ODTÜ’de sadece BDP eşbaşkanlarının konuşma yapabiliyor olması bile bu çarpıklığı resmetmeye yeter... Dağların galibi Başkent koridorlarında ezilirken, ‘fareli köyün mavalcısı’na düşen de, ‘dokunulmazlıkların kaldırılması’ başlıklı mevsimlik nakaratı, zamanı her geldiğinde milletin gözüne sokup, akabinde arka cebine iade etmektir...