Evet ayrımcıyım ve nefret suçu işliyorum!
Evet milliyetçiyim ve ayrımcıyım!.. Bunu yaparken, kan bağından, kafatasından, kimlikten veya pasaporttan yola çıkmıyorum... Gerçek insanlıktan, bölücülüğe ve teröre karşı riyasız duruştan ve ‘insan hakları’ deyince çifte standartsız davranıştan yana olanları ayırıyor, geri kalana karşı, evet ‘nefret suçu’ işliyorum...
Artin Penik’le kan bağım da yoktu, din bağım da... Ama o, bu toprakları ‘vatanım’ diye seven sadık bir Ermeni’ydi ve hiç şüphesiz ‘biz’dendi... Ermeni terör örgütü ASALA’nın Türk diplomatlarına karşı saldırılarına üzülüyor ve öfkeleniyordu... 1982’deki Esenboğa katliamı onun için bardağı taşıran son damla oldu... Dokuz masum vatandaşın katledildiği saldırıdan sonra, Ermeni terörüne göz yuman dünyaya ibret olsun diye intihara karar verdi...
Olaydan üç gün sonra 10 Ağustos’ta Taksim meydanında üzerine benzin dökerek kendisini yaktı... Ağır yanıklarla kaldırıldığı hastanede beş gün yaşadıktan sonra vefat etti... Cenaze merasiminin yapıldığı Kumkapı Meryem Ana Kilisesi’nde de Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda da yıllar sonra “Hepimiz Ermeni’yiz” diye bağıracak korodan bir kişi bile yoktu!.. Çünkü bu Ermeni, onların ‘iyi Ermeni’ kategorisine girmeyecek kadar vatanseverdi... Artin Penik, ‘kirli kan’la bezenmiş nefreti kusmak yerine, ağır yanıklarla hayat mücadelesi verirken bile Türk’e ‘kardeşim’ diyen ve “Vatanım için, milletim için kendimi bin defa daha yakarım” diye haykıran bir vatandaşımızdı...
Dün ne “Hepimiz Artin’iz” diye bağıran oldu, ne bugün onun hatırasını yaşatmaya çalışan... Unutulsun istendi... Bugün Hocalı’yı görmezden gelenler, onu niye gündeme getireceklerdi ki? Onların ruh dünyalarında Esenboğa katili Levon Ekmekçiyan bile anılmaya değerdir de Artin unutulmayı bin kere hak etmiştir!..
İşte benim ayrımcılığım da burada başlamaktadır ve aslında şartların mecbur ettiği kontr-ayrımcılıktır!.. Görüldüğü üzere işin içinde, kan, din ve mezhep yoktur, vatanseverlik ve terörizme karşı haktan yana olma çabası vardır... Masumdur, çünkü terörizmi, bölücülüğü ve etnik kışkırtıcılığı, ‘insan hakları, demokrasi ve özgürlükler’ zırhı altında kurumsallaştırmaya yarayan sinsi kuşatmaya karşı ‘kendimize tutunma’gayretidir...
Gazetelere ve ekranlara bir göz gezdirin... Yakın tarihin en büyük utançlarından birisi olan Hocalı katliamından kaç kişi söz etti? Kaç yazar veya akademisyen kafasını kaldırıp, onların da insan olabileceğini hatırladı? İşte gerçek ayrımcılık budur; ‘Türk’ denince, ‘kalpleri mühürlü’ olmaktır!..
Daha geçen ay Yunanistan’da Türk azınlığı yakından ilgilendiren ağır bir karar alındı... Eğitim Bakanlığı, ‘öğrenci sayısının yetersizliği’ni gerekçe göstererek, Türk azınlığa danışmadan oniki okulda daha faaliyeti durdurdu... Böylece 2011’den bu yana kapatılan okul sayısı yirmi altıya ulaştı...
Var mı bunları yazan çizen? Mağdur Türk olunca neden haber değeri yok? İstanbul’da azınlıklara ait herhangi bir okulun çatısından kiremit düşse kıyameti koparacak olanların, bizim milletimizin acıları ve sıkıntıları karşısındaki suskunluklarını ’ayrımcılık’tan başka neyle açıklayabiliriz?
Budalalık, ahmaklık ve uyurgezerlik bizim millî ideolojimiz olamaz!.. Başka milletlerin insanlığının başladığı yerde, bizim insanlığımız bitirilemez!.. Bu çifte standart sahiplerine karşı ayakta kalmak için ‘ayrımcı’ olmak benim için bir seçenek değil, tarihî mecburiyettir...
Etnik kökeni ne olursa olsun, bir arada kardeşçe yaşama iradesi koyan, ‘Türk’ü bu toprakları vatanlaştıran ve bu kimliği korumanın en büyük teminatı sayan, hasım gözlerle çevrili coğrafyamızın öğrettiği bin yıllık tecrübeyi sindirmiş olan herkes ‘biz’dendir...
Geri kalan ‘ruhen’ bizden olmadıktan sonra ‘sülben’ olsa ne olur, olmasa ne olur!..