Eşsiz kahraman Atatürk'ü şükran ve özlemle anıyoruz...

Eşsiz kahraman Atatürk'ü şükran ve özlemle anıyoruz...

Bahar çiçeklerinden hazan yapraklarına...

Atatürk son uykusundan uyanmadan, sükûn içinde bir sonbahar gününde 57 yıllık ömrünü bitirmişti. Yıllar, Onun fâni vücudunun ebediyete intikal edişi üzerinde yığılıyor. Onun ölümüne, tabiatın solan yaprakları ve nemli havası bütün milletle beraber ağladı.

Fakat O, ölümünden üç gün evvel bu ayrılığa hazırlanmış gibi idi. 6 Kasım Pazar günü yatağının başı ucunda kendisine doğrulabilmesi için yardım ederken, zayıf omuzlarında hissettiği takatsizliği yenmek istediği görülüyordu. İnsan iradesinin tabiat üstüne çıkamadığını görmekle beraber etrafında bulunanlara ümitsizlik vermek istememişti. "İyi olacağım ve Ankara'ya gideceğiz." sözü, onun sesinde bir ihtizaz dahi yapmadan telâffuz edilmişti, belki de öleceğini bildiği halde son sözlerini ümit ve iyilikle bitirmek istemişti.

Bir ilkbahar mevsiminde hastalığı ilerleyen fâni Atatürk, o yılın sonbahar yaprakları ile beraber toprağa düştü. Tabiat kanunları, Tanrının buyruğu bu yolda idi.

O'nun ilk hastalık aylarında Çankaya'da istirahat ettiği günlerden birinde idi. Keçiören'den bir dal badem bahar çiçeği getirmişlerdi. Bir vazo içinde odasına konulduğu zaman, yorgun ve hasta yüzünde bir neşe belirdi.

"Bahar gelmiş ne güzel" dedi ve hemen ilâve etti. "Fakat bu güzel çiçekler meyve vermeden solacak ve sadece bizim bir kaç günlük göz zevkimizi tatmin edebilecek, ne yazık!"

Atatürk bu sözlerine başka kelimeler ilâve etmemişti, fakat yüz ifadesi bir çok manalar saklıyordu. Onun ara sıra derinden bir iç çekişi vardı ki, bazen sofada ve merdivenlerde yürürken, ayak seslerinden önce işitilen bu derin bir hayat nefesi idi. İşte bugün de bu iç çekişle beraber gözleri bahar çiçeklerinde sabitleşti. Hareketsiz durmasından bir an için ürkmüştüm, fakat herhangi bir söz söylemekten çekindim. O bahar kokusunu alabilmek için çiçeklere eğilmişti ve "Oh hayatın gençliği ne nefis" demekten kendini alamamıştı. Fakat bu meyve verecek dalların koparılmasından da kederlendiği görülüyordu.

O, bu kuru dalların yapraklarla yeşillendiği ve çiçeklerin meyve verdiği günleri, hayatının bir son mevsimi olarak yaşadı. Fakat sonbaharın sararan ve hayatiyetini kaybederek yerlere düşen yapraklarını göremedi. Çünkü O da, o yapraklar gibi sararmış, solmuş ve eceline boyun eğmişti. İşte fâni Atatürk.

Ölümü üzerinden bir çok bahar mevsimi geçti. Her baharda, çiçek açan ağaç dallarında O'nun bakışlarını sabitleşmiş görürüm ve sözlerini hatırlarım. Sonbaharın düşen her bir yaprağında ise faniliğin bir sembolünü bulmamak mümkün değildir. Bu benzetiş maddî hayatın bir ifadesi. Fakat ölümsüz ve ebedî bir Atatürk'ü Millet ve Dünya efkârı daima yaşatmaktadır.

Milletine hayat hakkı bahşeden Atatürk'ü aramızda yaşatmağa mecburuz. Çünkü, o, millî varlığımıza bütünlük vermesini bilen ve gençliğe İdealler aşılayan, bir insanın huzuru içinde bu devleti kendinden sonraki nesillere emanet etti.

O'nun, Türk milleti için dilekleri, daima bizimle beraber olsun ve idealleri tahakkuk etsin.

Prof. Dr. Afet İnan (1949)

10-11-18-01-yc.jpg

İlgili Haberler