Mazhar Bey, hususî muhaveremiz bu noktada bitmiş bulunuyor
Şimdi insan bu tezkereyi ve bilhassa vali vekilinin tezkeresini okuyunca - Bu ne komedya?. Resmî tezkere böyle bir üslûp ile yazılır mı der veya sadece garipser ve hezel nevinden birşey sanır.
O günün şartları içinde bir vali vekilinin sadaretten aldığı şifre suretini naklederek ve o tezkereyi ekliyerek gönderebilmesi ancak vatanseverlik, millî şuur, politika görüş ve telâkkisinin en yüksek medenî cesaretle ifadesi olabilirdi.
Valinin tezkeresini alınca, hem üslûp ve muhtevası bakımından kendimi kahkahalarla gülmekten alıkoymadım, hem hakkımdaki ithamat ve isnattan dolayı dehşet duydum; hem de valinin haklı tavrını takdirle mânalandırmaktan geri kalmadım. İşlerimin mahiyeti ve çokluğu ne derece olursa olsun vali vekilini görmeli ve kendisine teşekkür etmeliyim. Diyerek kalktım, ziyaretine gittim. Beni zaten neşeli olan yüzüne bir kat daha neşe katmış bulunarak karşıladı.
Yazıhanesinin sağını işaret ederek gösterdiği koltuğa oturuncaya kadar kendisi de yerine oturmadı.
Hal ve hatırımı, çalışmalarımızın nasıl gittiğini sordu. Sigara verdi, kahve ısmarladı.
Beş on dakika sonraydı ki, vali vekâletini ve kadılığı nefsinde cemetmiş bulunmanın ciddiyet ve vekarı içinde birden Hacı Hurşit Efendi’nin sarığını düzelttiğini, resmî bir ifade ve çehre iktisap ederek koltuğunda irkildiğini gördüm. Gayet azametli, otoriter bir tavrın gelişmesi içinde birden asılan suratı ile ve sert bir çehre ile:
- Mazhar Bey, hususî muhaveremiz bu noktada bitmiş bulunuyor. Tevkifiniz hakkında biliyorsunuz ki bir emri samii sadaretpenahî mevcut bulunuyor. Bu emri bildiğiniz halde makamı vilâyetin huzuruna cesaretle gelmenizi, böylece elinizi, kolunuzu sallaya sallaya ve sigaranızı tüttüre tüttüre karşımda oturmanızı abes sayarım.
Dedi ve bir yandan hademenin ziline basarken bir yandan da ilâve etti:
- Bu vaziyette sizi himaye etmeme imkân yoktur. Gösterdiğiniz ihtiyatsızlık ve hattâ lâubaliliğin cezasını çekmek mecburiyetindesiniz. Devlet otoritesine karşı daha saygılı olacağınızı ve halkın, memurların gözü önünde vilâyet makamına kadar gelmekten çekineceğinizi tahmin etmiştim. Bu hareketinizle beni ne derece müşkül mevkie sokmuş olduğunuzu tabiî takdir edersiniz. Sizi tevkif ettirmek zorunda ve vazifesindeyim..
Hurşit Efendi sözlerini bitirirken bir jandarma eri de kapıdan içeriye girmiş bulunuyordu. Huşunetli bir sesle:
- Polis Müdürünü çabuk bana çağır.. Emrini verdi ve jandarma:
- Başüstüne efendim.
Diyerek ok gibi kapıdan dışarı fırlayıverdi. Birdenbire şaşırmıştım. Kendi kendime:
- Garip şey. Demek bizden sandığımız kadı efendi sapıttı! Tezkeresi bir tuzaktan ve emniyet telkin edip beni kendi ayağımla buraya getirmekten ibaretmiş!
Diyor, ne yapmak gerektiğini, ne yapabileceğimi kafamın içinde sür’atle bir karar ve plâna bağlamak istiyordum. Ve yine zihnî bir muhakeme ve muhasebe yürütüyordum:
- Bana bunu yapan kadı belki şu anda Mustafa Kemal’i tevkif için de bazı tedbirler almış bulunuyor. Acaba, bu kararlarını tatbik edebilir mi? Kendisinde buna iktidar görüyor mu? Tevkif edildiğimiz takdirde bizi sonuna kadar muhafaza edip İstanbul’a gönderebilmeğe muktedir olabilir mi? Böyle bir hareketin Erzurum’daki ordu muhitinde, Müdafaai Hukuku Milliye Teşkilâtı nezdinde reaksiyonu ne olur?
Ben zihnimi işgal eden bu istifhamları bir kaç saniye içinde çözmeğe uğraşırken, zaten vilâyet konağı dahilinde bulunan Polis Müdürü Saffet Bey odadan içeriye girmişti. (Devam edecek)