Kongre İstanbul hükümetini yıldırımla vurulmuşa döndürdü
Bundaki amaç pek açıktır: millî hareketi sonuçsuz bırakmak, millî istekleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emelleri ve vatanın bazı önemli kısımlarını işgal amaçlarını kolaylaştırmaktır. Bununla beraber her devirde, her memlekette ve her zaman ortaya çıktığı gibi bizde de kalp ve sinirleri zayıf, anlayışsız insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refah ve kişisel çıkarını vatan ve milletin zararında arayan sefiller de vardır. Doğu işlerini idare ederken, zayıf noktaları arayıp bulmakta elinden çok iş gelen düşmanlarımız, memleketimizde bunu âdeta bir teşkîlât hâline getirmişlerdir. Fakat kutsal değerlerinin kurtuluşu emelleri ile çırpınan bütün millet, işte bu yüce amaç ve savaşında her türlü engelleri muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir. Bütün bu emellere ulaşmak için kendini adayan asil milletimizin içinde millî bir birey gibi çalışmaktan meydana gelen zevk ve övüncü, burada teşekkür ve iftiharla arz ederim. En son olarak isteğim şudur ki, istekleri gerçekleştiren Yüce Allah, Sevgili Peygamberi hürmetine bu kutsal vatanın sahibi ve savunucusu Diyanet-i Celile-i Ahmediye’nin (Hazret-i Muhammed’in Yüce Dini) kıyamet gününe kadar sadık koruyucusu olan soylu milletimize, Saltanat makamını ve yüce hilâfeti, sağlam ve kutsal değerlerimizi düşünmekle sorumlu olan heyetimize başarılar buyursun!."
Paşa’nın bu nutku salonu yerinden sökecek kadar kuvvetli ve sürekli bir surette alkışlanmıştı. Nutkun sonundaki duayı, padişahlık ve hilâfet müessesesi hakkındaki temenniyatı belki garip bulursunuz.
O zaman ben de aynı hissi duymuştum. Hattâ, kongre akşamı Paşa’ya:
-Paşam, nutkunuzun sonunu müftü efendinin duası gibi bitirdiniz.
Dedim. Bu tarz konuşmamı hoş gördüğü için sadece güldü ve:
- Maksadını anlıyorum, anlıyorum amma, şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir Padişahı kurtarmaya, inandırmaktan ibarettir.
Cevabını verdi ve ilâve etti:
- Zamanında hiç bir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiç bir şeye tevessül etmemek başlıca dikkatimizi teşkil etmelidir.
Paşa, muhakkak ki haklı idi. Ve milletin psikolojisi ancak bu tarzda çalışmayı emrediyordu. Yalnız Erzurum kongresinde değil, onu takip eden uzun ve malûm safhalar içinde dahi Padişah ve Halifeye dua etmek, onun esaretten kurtulmasını dilemek bir zaruret ve hattâ muvaffakiyet şartı bulunuyordu. Kongre seçimleri bitirdikten ve Paşa’nın ilk tarihî nutkunu dinleyip ruznamesini müzakereye başladıktan sonra, hararetli tartışmalara sahne olmaya başlamıştı.
Riyaset makamını doğrudan doğruya Paşa hazretleri işgalde devam ediyorlardı. Ve bunun için de çok yoruluyorlardı. Münakaşalar uzadıkça kongre de uzuyor ve günler geçiyordu. Kongrenin on dört gün bütün harareti ile devam ettiği gözönüne getirilirse, Paşa’nın ve hattâ hepimizin yorgunluk derecesini tahmin etmek de güç olmaz. Fakat, ben kongreden, müzakerelerin şekil ve mahiyetinden, heyecanlı sahnelerden, Ömer Fevzi ukalâsından ve kongrede yapılmak istenen bolşevik propagandasından, neşredilen nizamname ve beyannameden önce, yorgunluğumuzu iki misline çı-karan bir hâdiseyi öne alarak, onu anlatacağım. Bu hâdise, İstanbul hükümetinin Erzurum kongresi ile yıldırımla vurulmuşa dönmesi ve Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarını tevkif ettirmek ve kongreyi dağıttırmak için askeri ve mülkî makamlara emir üzerine emir, irade üzerine irade tebliğ ettirmesidir. (Devam edecek)