Ertelesek neyimiz varsa

Öfkemizi, hıncımızı, kinimizi, galebe çalma duygumuzu, kazanma hırsımızı ertelesek... Biribirimize karşı neyimiz varsa, ama neyimiz varsa ertelesek...
Namık Kemal’in “Git vatan! Kâbe’de siyaha bürün!” dediği günlere benzer günlerden geçiyoruz... Şimdi değilse ne zaman erteleyeceğiz nefsimizi, kibrimizi, taassubumuzu, küçük mevzileri koruma veya ele geçirme saplantılarımızı?
Bak yere batasıca necis bir amaç uğruna nasıl da biraraya geliyorlar; evden kaçarken yanına aldığı bohçasını pazarlayan ‘eski ülkücüler’, bölücülüğünü dinle maskelemeye çalışan ‘namazsız İslâmcılar’, uşaklığından başka kaybedecek hiç bir şeyi kalmamış ‘eski komünistler’, tükürülesi sanatını son kertede şerefsizler sahnesine sermaye yapan ‘aydınlar’, cılk yumurta kıvamında ‘vatan kaygısı sıfır liberaller’, hava ve para durumuna göre ulusalcılıktan Marksistliğe veya Kemalistlikten Kandil goygoyculuğuna ışık hızıyla geçebilen ‘esfel-i safilîn’ türleri...
Onların biraraya gelebilme kâbiliyet ve hızları ne kadar takdire şâyan değil mi? İdeolojik farkları bir anda sıfırlayacak kadar ‘idealist’ler bunlar!.. İşaret fişeği patlamayagörsün, sefer görev emri almış ‘açılımın askerleri’ disiplinli bir ‘alay’ gibi hazır hâle gelip, kıskanılası bir başarıyla mevzileri paylaşıyorlar!.. Kimisi kamuoyu araştırma şirketinden vuruyor, kimisi televizyon kanalından... Yükselmenin sırrını eskiden ‘yönetmenin yatak odası’nda çözenler şimdi ‘yönetmenin makam odası’ndan rütbe alıyorlar... Delikanlıca, centilmence yürümüyor bu savaş... Düello yok bu adaletsiz cephede... Gazete köşeleri ‘sütre’ gibi, açık hedefe tek taraflı yaylım ateşi sürüyor...
İşte bunun için erteleyelim neyimiz varsa... Bu belâ atlatılıp, şafak sökene kadar unutalım her türlü husûmeti... Parti içi-dışı çekişmeleri, kırgınlığı, küskünlüğü, eski hesapları, siyasî kan dâvâlarını, makamı, mevkiyi, rozeti, ‘memleket bekâsı’ söz konusuyken hiçbir değer ifade etmeyecek ‘politik farklar’ı erteleyelim... Baltalarımızı gömelim... Bu ‘hâyâsızca akın’ bittiğinde yine çıkarırız icap ederse...
Yine eleştireceksek eleştirelim, ‘iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak’la sınırlı kalacaksa uyaralım biribirimizi... Ama ‘sorumsuzlar güruhu’ kırıp dökerken, dağınıklığı ve küçük hırsları yüzünden tarihin affetmeyeceği vatansever gibi davranmaktan da Allah’a sığınalım... O hâlde neyimiz varsa ertelemenin bizim için bir ‘tercih’ değil, tartışılmaz bir ‘mecburiyet’ olduğuna inanalım... Çünkü evi, barkı, vatanı vîrân olan biziz...
Artık yeter!.. Kaybettiklerimiz bundan sonra kaybedeceklerimizin delili değil, birliğimiz bundan sonraki kazanacaklarımızın delili olsun... Bu ‘benzemezler’i biraraya getirenlere inat, Halide Edip’in o sancılı günlerde miting meydanlarında “Topunun yüzüne tükürecek kadar evlatlar, analar, kalbimizde vatan aşkı, iman ve milliyet hissi var” şeklinde dile getirdiği inançla hep ‘bir’ olalım... Hani Vatan Şairi ‘Hürriyet Kasidesi’nde ‘gezdiği güzel sahraları zulmün köpekleri tarafından işgal edilmiş kükreyen yaralı aslan’a sesleniyordu ya “Artık gaflet uykusundan uyan” diye, bu çağrıya milletçe yine kulak kesilelim...
Ve İstiklal Şairi’nin “Eşin var, âşiyânın var, bahârın var ki beklerdin/ Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?/ O zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun/ Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun” dizelerini bu milletin kıyamete kadar okumasını istiyorsak, neyimiz varsa, siyasî kan dâvâsına, şahsî ikbal hesaplarına, öfkeye, hınca, kine, beş para etmez koltuk hırslarına ve bugün anlamını yitirmiş basit siyasî yol ve yöntem farklarına dair neyimiz varsa, büyük mütefekkir Cemil Meriç’in “Bir biz vardık” diye keskince işaretlediği türden hizalanmak üzere erteleyelim her şeyi...
Sonra Allah kerim...

Yazarın Diğer Yazıları