Ermeni iddiaları ve bu iddialara inanarak destek veren ülkelerin ve insanların inandırıldıkları propaganda “bizim Türk Milleti olarak bir buçuk milyon Ermeni’yi soykırıma tabi tuttuğumuz” yönündedir. Bu iddia neredeyse 100 senelik bir geçmişe sahiptir. Dünyada muhtelif parlamentolar ve sonunda ABD temsilciler Meclisi bu iddiaları doğru bulduklarına dair kararlar aldılar. Biz ise 100 senedir aleyhimizde sürdürülen bu kesif kampanya ve propaganda taarruzu karşısında ne/neler yaptık ne/neler yapıyoruz?
Kendi millî kamuoyumuz aydınlarımız üniversitelerimiz, STK’larımız, medyamız konuyla ilgili bilgi ve belge donanımına sahip midir? Konuyla ilgili fikir ve inanç birlikteliğimiz mevcut mudur? Bundan sonra ne yapabiliriz, ne yapmalıyız?.. Bir örnekle konuya girmek isteriz.
Ülkemizin ve Ankara'nın en eski köklü sivil toplum kuruluşlarından birisi olan Ankara Kulübü, tarihî/mahalli kültürel değerler özellikle de Seymenlik ve Ahilik kültürü gibi çok önemli iki kültürel varlık ve geleneğimizin korunması çalışmaları yanında ülkemizin ve milletimizin hassasiyet konusu yüksek olan millî meselelerinde daima öncü bir rol ve fonksiyon üstlenmeyi görev bilmiştir. Kıbrıs Millî davamızda, sözde Ermeni soykırım iddiaları karşısındaki örneklerde olduğu gibi…
Özellikle, Fransız Parlamentosu’nun ‘Ermeni soykırım’ iddialarına ilişkin kararından sonra Ankara Kulübü Derneği, Ankaralılar için bir imza kampanyası açmış siyasetçileriyle üniversite bürokrasi çevreleri ile 50 bini aşkın imzalı dilekçe Fransız cumhurbaşkanına iletilmek üzere Ankara büyükelçiliğine verilmiş ve konu ile ilgili olarak Fransız Cumhurbaşkanı Mösyö Chirac parlamentonun aldığı kararın ‘kendisinin paylaştığı görüşleri yansıtan bir karar olmadığı’ şeklinde bir açıklaması olan mektubuyla Kulübümüze cevap vermiştir.
Yine Ankara Kulübü olarak 19.05.2002 tarihinde New York'taki Türk günü yürüyüşüne katılan Seymenlerimiz ve kulüp yöneticilerimiz bu konuda hazırlanan İngilizce bildiriden binlercesini New York sokaklarında izleyenlere dağıtmıştır. Bu iki örneği benzer konularda sivil toplum kuruluşlarının neler yapabileceği ve yapacağının canlı örnekleri olarak vermiş bulunuyorum.
Ülke ve millet olarak başımızı ağrıtan bir diğer büyük problem de 100 yıldır Ermeniler tarafından sürdürülen soykırım yalanlarıdır. Ama asrı bulan bu ‘yalan tarihi’ maalesef Ermeniler için başarı bizler için ise tam bir felaket örneğidir.
Biz ne haklılığını, ne mağduriyetini, ne de tarihin gerçeklerini anlatamayan; kendisini doğru dürüst savunamayan kimseler, zavallılar durumundayız maalesef…
Bu büyük yalanı bütün dünya yutarken biz de sadece seyrettik ve ‘bunlar yalandır doğrular ve gerçekler bunlardır’ diyemedik. Binlerce kitabı, bildiriyi, belgeyi dünyanın gözü önüne; Türkçesiyle, Rusçasıyla, Fransızcası, İspanyolcası, Arapçasıyla getiremedik. Nice 24 Nisan'ı geride bıraktık birçok ülkede konu gündeme geldi aleyhimize kararlar çıktı yine biz seyrettik.
O zaman karşı propaganda taarruzunu (aktif bir propaganda ofansif) yapmak zorundayız. Birçok ülke parlamentosundan sonra sonunda en korkulan oldu ve ABD Temsilciler Meclisi ani bir kararla komisyonda bekleyen tasarıyı görüşüp kabul ediverdi. Üstelik bir de Türkiye için ‘yaptırım kanunu’nu yanında bonus olarak vererek… Türkler tarafından, Ermenilere karşı yapıldığı ifade olunan sözde soykırımın dünya Ermenilerince bir anılma günü olarak kabul edildiği tarih olan 24 Nisan dünyanın şurasından burasından gelen ve milletimiz açısından hiç de iç açıcı olmayan haberlerle canımızı sıkmaya devam edecektir soykırım kanunları kararları alan ülkeler parlamentolar sayısı gün itibarıyla ile 33 tanedir.
Ermenistan başta olmak üzere, ABD-Fransa diasporalarında, Orta Doğu’da bazı Ermeni yerleşim bölgelerinde dünyanın muhtelif ülkelerinde şehirlerinde yine soykırım yalanları söylenecek ‘soykırım’ nutukları atılacaktır.
Yaklaşık bir asrı bulan bir zamandan beri bütün dünya kamuoyu acımasız haksız çarpıtmalara dayalı bir büyük yalanı işin aslını esasını gereğini araştırma gereğini bile duymaksızın yutup gitmektedir.
Özelliklede 24 Nisan'a yaklaşılan tarihlerde birçok ülkelerin parlamentolarında soykırım tasarıları görüşülüp kararlar alınıla gelmiştir. ABD Temsilciler Meclisi kararı işin tuzu biberi olmuştur.
Peki, ortada bir büyük yalan var da bu yalanın yalan olduğunu anlatma, işin aslının esasının ne olduğunu ortaya koyma ve gerçekleri bu büyük yalanın karşısına çıkartıp suratlarına çarpma hususunda işin muhatapları olarak bizler ne yaptık ne yapıyoruz, ne yapmaktayız?
Bir tarafta 100 yıldır sürdürülen devamlı ısrarlı, inatçı, millî bir Ermeni davası olarak benimsenmiş ve bütün uluslararası platformlara taşınma becerisi gösterilmiş bir gayret ve çalışmalar tarihi; öte yanda haklılığını nasıl bir yalan ve iftira kampanyasına maruz kalmakta olduğunu anlatma gayret ve becerisini gösteremeyen bizlerin zavallı hâli…
‘Mecburi Göçe’ tabi tutulduğu bilinen Ermeni sayısının üç misli miktarındaki Ermeni'nin Türklerce öldürdüğünü savunan komik bir iddiayı çürütemiyor isek eksiği kendimizde aramak zorundayız.
Suçlular aynı zamanda güçlüler; suçsuz ve hatta konunun mağduru olanlar ise, bu büyük yalana inananlar nezdinde suçlular. Böyle bir durum Allah'ın adaletinde de kulun ölçüsüne de sığmaz. Sığmaz sığmasına da biz susar, biz benzeri gayretleri aynı uluslararası platformlarda sergileyemez ve bu büyük yalan karşısındaki gerçekleri, birer tokat gibi dünya kamuoyunun suratına çarpmazsak, çarpamıyorsak başkalarının aleyhimize yönlendirdikleri, bu haksız sadece yalana dayalı suçlamalardan şikâyet hakkımız da olmaz, olamaz…
Sözde soykırım iddialarıyla gerçekler tarih ve bilim bir yana bırakılmak suretiyle, Türkiye'ye ve Türk halkına yıllardır büyük bir haksızlık yapılmakta… Türkiye'ye ve Türk milletine düşen, bu noktadan hareketle gerçeklerin, tarihin ve bilimin ışığına sığınmak ve haklılığını ispat etmek olmalıdır.
1915-1916 ve 1917 yıllarının şartlarında ülke bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamak yolunda Osmanlı yönetiminin mecburen uygulamaya koyduğu ve en ufak bir şekilde ırkçı bir yaklaşım taşımayan ‘mecburi göç’ olayının yüzyıldan bu tarafa bir sürü yalan yanlış argümanla Türkiye aleyhine kullanılması hadisesine karşı Türkiye en sağlam argümanları gerçeğin, tarihin ve bilimin aydınlık ışığına sığınarak ortaya koyabilecek güce, imkâna bilgi ve belgelere sahiptir.
***
Türkiye ‘tarihi tarihçilere bırakma’ sözünün arkasına sığınma lüksüne sahip değildir…
Türkiye senelerdir sürdürdüğü ‘arşivlerimiz herkese açıktır’ veya ‘tarihin hükmünü tarihçilere bırakalım’ gibi meseleyi sırtından atıcı tavrı terk ederek, arşivlerinde ne varsa araştırmacılarıyla, tarihçileriyle, bilim adamlarıyla bilgi ve belgeleri dünya önüne çıkarmak, bunları Türkçe, İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Rusça her ne gerekiyorsa dünya dillerine çevirerek dünya kamuoyuna sunmak zorundadır.
***
Türkiye “tarihi tarihçilere bırakma” sözünün arkasına sığınma lüksüne sahip değildir… Tarihte Türkiye'nin haklılığını ispat ve tespit edebilecek hangi gerçek, hangi bilgi, hangi belge varsa bunları tarihin karanlığından bilimin ve dünya kamuoyunun aydınlığına çıkartmak ve yayınlarla dünyanın gözünün içine sokmak, Türk tarihçilerine, üniversitelerine, enstitülerine, bilim adamlarına, Türk dışişlerine düşen bir görev kabul edilmelidir.
Dünyanın dört bir yanından üzerimize yönelmiş aleyhte bir propaganda kampanyasının hedefi olduğumuz saldırı ve suçlama oklarının yağmuru altında kaldığımız apaçık bir soykırım yalanıyla ilgili olarak vesile addederek, konuyu bir kere daha kamuoyumuzun, bilim adamlarımızın, siyasetçilerimizin ve medyamızın dikkatlerine getirmek suretiyle ve nelerin nasıl yapılacağı tartışması ortamına duyduğumuz ihtiyacı dile getirmek adına, bu hususları hep beraber düşünelim diyoruz..
Böyle bir amaçla hareket ederken aydınlarımıza medyamıza bilim ve tarih dünyamıza bir teklifimiz var; geliniz, gerçekleri o günden bugünlere taşıyacağı kesin olan; nüfus ve istatistik bilimine dayalı bilgilerle beslenmiş bir çalışmayı gerçekleştirmeyi tarih, bilim ve siyaset dünyamız olarak gündemimize alalım…
Teklifim, 1915'lerden başlayarak, 1920'lere kadarki yılları içine alan çok ciddi bir nüfus istatistik çalışmasının bir an önce gerçekleştirilmesidir.
Eğer soruları iyi tespit edilmiş ve bu istikamette cevapları sağlıklı bir şekilde aranabilmiş bir çalışma, düşünceden fiiliyata geçirilebilirse, sözde soykırım iddiaları ile ilgili olarak, gerek bu iddiaların çürütülmesi ve gerekse konuya dair bundan sonra yapılabilecek bütün çalışmalara ışık tutabilmesi açısından çok büyük ve önemli bir iş başarılmış olacaktır.
Çünkü, Ermeni iddialarının veya yalanlarının esasını ‘1915 sonrasında yürütülen sistemli bir soykırım neticesinde bir buçuk milyon Ermeni’nin yok edildiği’ görüşü teşkil etmektedir.
Buna karşılık Türk iddiaları ise iki ana başlıkta toplanmaktadır.
Bunlardan birincisi, dünyaya karşı daima mazlum ve mağduru oynayan Ermenilerin bu yıllardaki tavır ve davranışlarıyla hiç de masum olmadıkları konusu teşkil etmektedir.
Çünkü Ermeniler, Anadolu'nun doğusunda Rus birlikleri ile iş birliği yaparak Türklere karşı bir katliam yürütürlerken, Gaziantep, Urfa, Maraş, Dörtyol gibi Güneydoğu şehirlerinde Fransız birliklerinin içine sızarak, Fransız askeri üniformaları giyerek, bu bölge halkından yüz binlercesinin ölümüne sebep olmuşlardır. (Aslında Ermenilerin en büyük destekçisi olan, Fransızların Ermenilerce yürütülen katliama da asli fail ve iş birlikçisi sıfatıyla iştirakleri tarihin acı gerçeklerindendir.)
Ermeniler Türklere karşı sadece Anadolu coğrafyasında değil Azerbaycan topraklarında da aynı yıllar boyunca katliam uygulamışlardır.
Tarihin inkâr edemeyeceği bir gerçek var ise bu yıllarda Anadolu'nun doğu ve güneydoğusunda yaşanan harp hali içerisinde Ermeniler kayıplar vermişlerdir; (Elbette, bu inkârı mümkün olmayan bir husustur.) ama diğer yandan Ermenilerce öldürülen Türklerin sayısı, öldüğü söylenen Ermeni nüfusundan az değildir.
İkinci Türk iddiası ise yaşanan harp hâli karşısında duyulan güvenlik ihtiyacına binaen bir “mecburi göç” uygulaması yapıldığı; Bu uygulama sırasında da bir takım Ermeni vatandaşların hayatlarını kaybetmiş olduğu ve olabileceği gerçeğidir. Kaldı ki bütün bunlar tutulan kayıtlarla sabittir.
***
Dolayısıyla bu “mecburi göç” sırasında hayatını kaybetmiş Ermeniler olabilir, vardır. Yine harp hâli dolayısıyla Rus birlikleri içinde, Fransız birliklerinde yer alan Ermeniler de çatışmalarda ölmüştür. Bu da tabiidir. Ayrıca Türk kuvvetlerine ve halkına sırtından darbe indirilen Ermeniler de öldürülmüş olabilir.
Bütün bunlar tabii hadiselerdir, Harpte taraf olan, ölümü de kabullenmiş demektir.
Karşılıklı iddialar budur. Bütün bu kargaşada, harp hâli içerisinde, saldırılarda hem Ermenilerin öldürdüğü Türk nüfus, hem de Türklerin öldürdüğü Ermeniler olabilir. Bu harptir, harbin şartları da budur.
Fakat Ermeni iddialarına konu olan husus sivil, korumasız masum bir halka soykırım uygulaması neticesi bir buçuk milyon kayıp verdirilmesidir. Tarihin gerçekleri ile Ermeni iddiaları arasındaki nüfus farkı en azından 1 milyon 250 bin civarındadır.
1915-1920 yılları arasında Anadolu'da Ermeni nüfusu nedir? Ermenistan'da nüfus nedir? Bunlar ne olmuştur, nereye gitmişlerdir?
Eğer bugün bu hercümerç içerisinde 200-300.000 civarında Ermeni’nin hayatını kaybettiği (Sayın Mehmet Arif Demirer beyin konuyla ilgili ve nüfusa dair bulguları ve tespitleri doğrultusunda bu sayının 150.000'i bulmadığı iddiası var.) tarihî gerçeği karşısında duran “bir buçuk milyonun kesilmesi” iddiası gerçek olsa idi geriye Anadolu'dan diasporalara göç edebilecek kaç Ermeni kalabilirdi?..
Bir dizi soru, nüfus ve istatistik biliminin açıklamasına muhtaç…
Mesela;
1. Mecburi göç yılları içerisinde Anadolu coğrafyasında yaşamakta olan Ermeni nüfusa ait sağlıklı bilgiler,
2. Göçe tabi tutulan Ermeniler aileler ve nüfus miktarları,
3. Bu yıllar içerisinde Ermenistan'da, ABD'de, Fransa'da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde ve Orta Doğu'da yaşanmakta olan Ermeni nüfusunun ne olduğu…
4. “Mecburi göç” yıllarından sonra, özellikle 1920'lerden sonra Ermeni nüfusunun ne olduğu, ABD'ye Fransa'ya, Orta Doğu’ya, Azerbaycan'a ve Ermenistan haricindeki SSCB’ye (Özellikle Moskova ve Leningrad) göçerek yerleşen Ermeni nüfusun miktarlarının ne olduğu… Soykırım kararı çıkartan ABD Temsilciler Meclisi üyeleri acaba bu sorulara cevap verebilirler mi?..
Sayın Mehmet Arif Demirer, yayınladığı muhtelif belgelerle(ki, bu belgelerin tamamı yabancı, bir kısmı Ermeni, kişi kaynaklar.) bir buçuk milyondan fazla yaşamakta olan Ermenilerin listesini yayınlamıştır.
Bu gibi sorular ve sorulara verilecek cevaplar soykırım iddialarının ne kadar gerçekten yoksun olduğunun tespit ve ispatı için yeterli verileri ortaya çıkarmış olacaktır.
O zaman bütün dünya görecektir ve anlayacaktır ki, Ermenilerin iddia ettikleri nüfus miktarlarına varan bir soykırım gerçekleştirmiş olsa idi, ne Ermenistan'da, ne de Orta Doğu ülkeleri ile ABD, Fransa ve Rusya Federasyonu diasporalarında bugün sayıları milyonları bulduğu ifade edilen Ermeni nüfusunun varlığı söz konusu bile olamazdı. Kısacası, Türkiye Ermenilerinin bu “Mecburi göç” olayı sonrasında Türkiye'den bahsi geçen ülkelere vaki olan göçleriyle ilgili ciddi bir nüfus istatistiği çalışması, Türk tarihçileri ve bilim adamları için behemehâl yapılması gereken bir çalışma ve zaruret olarak ortada bulunmaktadır.
***
Ermeni iddiaları karşısında… pasifizim yerine aktivizm… defansif oyun yerine ofansif oyun…
Bu soruların cevabını, yüz yıldır soykırım iddialarını acımasızca milletimize yönetmiş bulunan Ermenilere de soruyoruz. Öyle gerçeklerden uzak ve yanlı soykırım iddiası olmaz.
***
Gelin bu sorulara cevap verin ki iddialarınızın doğruluğu anlaşılsın. Sözde soykırım iddialarının 100 yıldan bu tarafa yanaşmadıkları, yanaşmaktan korktukları hassas konu budur. Ermenilerin bu soruların sorulmasına ve cevaplarının gerçeklerinin, tarihin ve bilimin ışığında tespit edilmesine tahammülleri yoktur.
Çünkü bu soruların cevabı ortaya konulduğunda bunca yıllık yalanları gün gibi su yüzüne çıkacaktır.
Aynı Ermeniler ve onların destekçileri, dünyanın her yerinde bu insafsız yalanı devam ettirmektedirler, ama bir kere, bir gün bile olsa bütün, bilim, siyaset medya dünyasına açık arşivlere girip gerekçeleri aramaya yanaşmamaktadırlar.
Osmanlı nüfus defterleri de arşivlerdedir. Onlar arşivlere girip bu cevapları aramıyorlar da peki bizler elimizin altındaki arşivlere girip, bulguları, belgeleri gün yüzüne çıkartmaya çalıştık mı,
Türk ve Türkiye düşmanlığı ve soykırım yalanı propagandası altında Ermeni diasporası ile birlikte hareket etmek suretiyle dünya kamuoyunu esir alan Ermenistan, Kafkasya bölgesindeki huzursuzluklara, karışıklıklara sebep olan saldırgan bir tutumu da devam ettirmekten geri durmamaktadır.
Sadece Türkiye'ye karşı değil, Gürcistan'a, Azerbaycan'a ve İran'a bile karşı olabilecek bir yayılmacı zihniyet Ermeni yöneticilerinin hâkim kafa yapısıdır.
Bölgedeki ilk Hristiyan halk olma, sıfat ve özelliğiyle Batılı ülkelerin destek ve sempatilerine sığınan Ermeniler özellikle diaspora Ermenilerinin üçüncü ve dördüncü kuşak nesillerini soykırım yalanıyla kandırarak Ermeni kültür ve varlığını canlı tutmak ve içinde yaşadıkları toplumlarla bütünleşmelerini önleyerek, erimelerini engellemek istemektedirler.
Ayrıca konuyu ekonomik çıkar sağlama yolunda da istismar etmektedirler. Bütün bunlar göstermektedir ki, Osmanlı yönetimi ve Türk milleti Aslında Ermenilerin kendi varlıklarını devam ettirme endişelerinin de kurbanı olmaktadır. Kendilerinin Osmanlı yönetimi tarafından soykırıma tabi tutulduğunu ilan ve iddia ederek dünyayı kandırmaya çalışanlar, 20. yüzyılın son yıllarında ve 21. yüzyılda idrak ettiğimiz bu yıllarda kardeş Azerbaycan topraklarının beşte birini ve Dağlık Karabağ’ı işgal etmişlerdir. Dünyanın gözü önünde tarih kültür ve medeniyet hazineleriyle beraber on binlerce Azerbaycan Türk’ünü kıyıma tabi tutmuşlardır.
Senelerden bu tarafa bir milyonu aşkın Azerbaycan Türk’ü çürümüş tren vagonlarında ve kullanılmaz hâle gelmiş çadırlarda kaçkın hayatı yaşamakta, çocukları yokluğa karşı, açlığa ve hastalığa karşı ölüm kalım savaşı vermektedirler.
İşin acı olan yanı şu ki Birleşmiş Milletler’i, Avrupa Konseyi, AGİT’i, İslam Konferansı ile bütün dünya bu insanlık dramını içleri titremeden ve durdurmaya yönelik en ufak bir gayret göstermeden seyretmişlerdir.
Ama görmekteyiz ki, dünyadaki muhtelif ülkelerden 24 Nisan'ın her idrakinde sözde soykırım sesleri yükselmektedir.
İşte bu noktada Türkiye'ye düşen başka bir görev de, Hocalı’da, Akdam’da, Kelbecer'de daha birkaç sene önce dünyanın gözü önünde acımasız bir katliamı gerçekleştirenlerin soykırımdan bahsetme hakları olmadığını kendilerine ve dünya kamuoyuna hatırlatma becerisini gösterebilmektedir.
***
Dünyada soykırım çığlıklarının yükseldiği ve tabii ki, ülkemizden de çaresizlik içinde izlenmekte olan bu acımasız ve haksız propagandanın, tarihçilerimiz, bilim adamlarımız siyasetçilerimiz ve medyamız için bir irkilme, kendini gözden geçirme ve yalana karşı topyekûn mücadele ve taarruz başlatma vesilesini olmasını dilemekteyim, onun için “defansif oyun, yerine ofansif oyun” diyoruz. Onun için “pasifizim yerine aktivizm” diyoruz.
Bir yandan, Dışişleri Bakanlığımızın bu konuda çok büyük bir atak içine sokulması; Parlamentomuzdaki Dışişleri Komisyonu, dostluk grupları gibi grupların ve uluslararası Avrupa Konseyi Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği, AGİT, İslam ülkeleri ve bunlar gibi nitelikli akla gelebilecek her organizasyonda (uluslararası temsil kabiliyeti olan milletvekilleri ve/ veya kişilerce bir propaganda taarruzu) çok yoğun bir parlamenter diplomasisi atağına girilmesi;
Türkiye'nin bütün sivil toplum kuruluşlarının (TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK, TÜRK-İŞ, TOBB, Bütün uluslararası muadili meslek kuruluşları, Barolar, Eczacı birlikleri, vs. üniversiteler, dernekler, vakıflar) eliyle başlatıp, yönlendirilecek, dünya dillerinin kullanılacağı kesif propaganda faaliyetlerine geçilmesi; gerekirse bu yönde yapılacak maddi harcamalardan da kaçınılmaması gerekmektedir. Hatta bu iş için muhtelif fonlar, kaynaklar oluşturulmalıdır.
Bu tedbirler alınmadığı takdirde konunun önümüzdeki günlerde de uluslararası platformlarda başımızı ağrıtacak gelişmeler göstereceği şüphesizdir.
Bugüne kadar özellikle ABD parlamentosunda, bu konunun görüşülmesinin engellenmesi hususunda en az üç kere çok ciddi boyutta yardımcı olduğu bilinen, Musevi lobisinin de küstürüldüğü veya en azından ilgisiz kalma noktasına itildiği düşünülecek olursa, ABD cephesinden de bir tehlike doğabileceği hesapları göz ardı edilmemeliydi. Bir yandan iç çekişmelerimiz, diğer yandan dış politikamızdaki bizi yalnızlığa iten durum işim bu noktalara gelmesine sebep olmuştur.
Çünkü Ermeni diasporasının bir asırlık, düşünün ve kavgasının hedefi, ABD parlamentosunda bu konuda elde edilebilecek bir başarı sağlanmasına odaklanmıştır. Fransa, Belçika Kanada parlamentoları onlar için küçük adımlardı.
Büyük adımı ABD parlamentosunda attılar; hâlâ bu fevkalade yanlış adımın çaresi aranmalıdır. Ve ortam onlar için çok müsait; bizim açımızdan namüsaittir.
Artık vakit çok geç olmadan (zaten bizim açımızdan yeterince geç olmasına geç kalınmıştır, ama yine de… Zararın neresinden dönersek adına…) hep beraber aklımızı başımıza almayı düşünsek diyoruz.
Türk aydınları, üniversiteleri, ilim adamları, medya mensupları arasındaki mevcut olan bu aymazlık haline tahammül yoktur. Hep birlikte/ beraberce dik durma, azim ve kararlılığının bulunmadığı ve politikasını, STK’larını konuya ikna edememiş bir halde olan Türkiye, çapında maruz haksız kampanyaya karşı koyamaz. Cevap veremez.
“Öldü” denilen bir buçuk milyon Ermeni’nin ölümüne dair belge yok… Mehmet Arif Demirer Bey, bir buçuk milyon yaşayan Ermeni’nin belgelerini yayınladı.
Soykırım kararına oy veren Temsilciler Meclisi üyelerine sesleniyoruz,
YALANA RAĞBET ETMEYE NE KADAR DEVAM EDECEKSİNİZ?..