Ergenekon-Silivri halleri

Eskiler "hissi kablel-vuku" derlerdi. Yani "bir olayı olmadan evvel hissetmek" !
Bugün, "Ergenekon kapsamında" Silivri Cezaevinde yatan ve şu sırada yargılanan "sanıkların" ve Eruygur, Tolon Paşalar gibi haklarında henüz bir iddianame çıkmadığı için, bunca aydır yargılanmadan tutuklu kalan "zanlıların" halleri hakkında yazı yazmayı düşünüyordum! Başsavcı, benden evvel davrandı; "Ergenekon soruşturması kapsamında" 6 ilde, eş zamanlı operasyon ve aramalarda, aralarında emekli generaller, muvazzaf subaylar, eski Rektör, eski YÖK Başkanı ve de dostum, yılmaz Atatürkçü deniz Kurmay Albay Vural Vural'ı da gözaltına almışlar...
Bu kaçıncı "dalga"? Hesabını şaşırdık! Sayın Başsavcının her halde sabırları denemekten başka, bir bildiği vardır!
Hani, cezaevinin önünden geçen biri, parmaklıkların ötesindeki mahpusa; "İçeride kaç kişisiniz?" diye sormuş da, içerideki; "Siz dışarıda kaç kişisiniz?" diye cevap vermiş! Neredeyse, dışarıda da, kimse kalmayacak!


Adalet mi, hukuk mu?
Aslında, bu olaydan önce, özellikle adalete bakması gereken Bakana, sormak istiyorum; Duruşmalar başlamadan önce, tahkikat ve iddiaların -kanunlara rağmen- dışarıya sızdırılmasını, sanıkların, medyada yargısız "infaz" edilmelerindeki "hukuksuzluk" bir yana, ortada iddianame yokken, masum sayılmaları gereken insanları cezaevinde aylarca tutuklamak "hukuka" uyar mı? "Şeklen" uysa da, "adalet" midir, "insaniyet" midir? Şu sırada, başka bir konuda benim de başımdan geçenlere bakarak hukukun, mutlaka "adalet" demek olmadığına inanır oldum!


Silivri halleri
Aslında, benim bugün yazmak istediğim, bunlar değildi. Hukukun işleyişine, savcıların yaptıklarına karışmak, adalete müdahale etmek haddim değil!
Hem, yakınlarım "Kaşınma, seni de içeri alırlar; yaşlı, sakat hasta dinlemiyorlar" diyorlar. Beni de, bu yazdıklarımdan dolayı "içeri" almayı münasip görürlerse, kör, topal giderim, dostlarımın yanına! Bu yaştan sonra korkacak halim yok, kaybedecek bir şeyim de yok. Yazmaya başladığım yeni kitabımın notlarından başka!
Ve hemen şunu da söyleyeyim; bugüne dek olanlara bakarak, Silivri'de davaya bakan yargıçların, Yassıada'da sözde "Yüksek" aslında "adaleti" olmayan mahkemenin başkanı, Salim Başol gibi, sanıklara, "sizi buraya tıkan kuvvete sorun" diyeceklerden olmadıklarını görüyorum!
Bu "dalgadan" önce, seçim derdi, "Kürtçe Bayramı" vb. derken Ergenekon ve "Silivri", biraz kıyıda köşede, hatta başka bir ülkedeymiş gibi kalmıştı! Başlıca gazetelerde arka sayfalarda haber oluyordu. İlginçtir; duruşmaları -bu davayı- medyada en yakından,izleyen, "seçmece" tefrika eden gazeteler, Taraf ve Zaman!


Asıl yazmak istediğim
Bu, bilmem kaçıncı "dalgadan" önce yazmak istediğim, duruşmalarda ve koğuşlardaki haller idi.
Sanıklar arasına nifak sokmak, onları biri birlerini suçlamaya tahrik edip, vaatlerle itiraflara teşvik etmek, savcıların ve polislerin eski taktiğidir! Koğuşlara dinleme cihazları sokmak da zindancıların!
Yassıada'da dokuz ay "yattığım" için bunları, "koğuş haleti ruhiyesini" iyi bilirim! Onlar, kader ve dava arkadaşı olsalar da, kapalı yerlerde günlerce, aylarca bir arada küçük bir koğuşta yaşayınca, bir taraftan dostlukları pekişir, arkadaşlar daha iyi tanınır, diğer taraftan da zayıflar, çürükler ortaya çıkar! Ve en olmaz sebeplerden bir meyve için bile kavgalar yumruklaşmalar olur! Bunun ruh tababetinde de yeri vardır; "küçük kabıma sendromu" denir!
Aksi sabit olana kadar, masum olan dostlarıma tavsiyem "Aman bu oyunlara gelmeyin, bu durumlara düşmeyin"!


BEHİÇ KILIÇ: Yuvamıza hoş geldin sevgili dostum, soyadı adaşım Behiç Kılıç! Yeniçağ'da, artık iki "Kılıç" var!
Bir fıkra; Adamın biri kahveye girmiş, nara atmış; "Var mı bana yan bakan" diye. Kahvede oturanların arasından, kelle kulak yerinde, cüsseli bir adam çıkmış "Var ulan n'olacak" diye o da bir nara atmış... İlk nara atan da, gitmiş kolunu adamın boynuna dolayıp, "Var mı bize yan bakan" diye bağırmış. Bilmem anlatabildim mi?

Yazarın Diğer Yazıları