Erdoğan’ın Yahudileri ve düşürülen uçağımız!

Başbakan Erdoğan’ın, Birleşmiş Milletler’in düzenlediği Rio+20 Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde, bir Yahudi muhabbeti oldu.
Rio Centro’daki zirve alanında kendisine yaklaşarak:
“-Ülkenizde yaşayan bizim insanlarımızı iyi koruyun” diyen Yahudilere Erdoğan, bakınız ne dedi:
“-Benim liderliğimde Türkiye’deki Yahudi topluluğu güvence altındadır, korumam altındadır!”
Tuhafınıza gitti mi?
Eğer “yandaş” iseniz, gitmemiştir. Çünkü “yandaş” gazeteler Erdoğan’ın Yahudilere verdiği bu cevabı birinci sayfadan hem de gurur tadında duyurdular.
Oysa Türkiye’nin en büyük sorunu Erdoğan’ın tam da bu “Ben” inde düğümleşmiş durumda. Yargıyı “ben” leştiriyor, gazeteleri, internet sitelerini, televizyonları “ben” leştiriyor. Orduyu “ben” leştiriyor. Bakanları “ben” leştiriyor.
Suriye, Türk uçağını düşürdüğünde her şeyi “ben” leştiren Erdoğan Meclis’te grubu bulunan muhalefet partisi liderleri ile görüşmeler yaptı. Niye? Madem düşen uçakla ilgili teknik bilgiler verilecek, Genelkurmay veya Genelkurmay’ın yetkilendirdiği bir general o bilgileri versin, Başbakan’ın o toplantıda işi ne?
Yoksa Erdoğan, uçağın düşürülmesi ile ilgili Hava Kuvvetleri’nden daha fazla bir bilgiye mi sahip? İnsanın aklına kötü şeyler geliyor? Meselâ, ilgili generalin kendisinin bilinmesini istemediği bir şeylerin muhalefet partilerine sızdırılmasından endişelendi de Erdoğan’ın o toplantıda işte onun için bulunmak istediği gibi.. Nitekim ABD cenahından, “Uçak uluslararası sularda değil, Suriye hava sahasında düşürüldü” bilgileri sızmaya başladı. Rusya Dışişleri Bakanı da, “Türk uçağının Suriye hava sahasında düşürüldüğüne dair elimizde bilgiler var, bu bilgileri paylaşmaya hazırız” açıklaması yaptı.
Malum toplantıda ikna edilememiş olmalı ki, Kılıçdaroğlu, Türkiye’yi Suriye ile savaşın eşiğine Erdoğan’ın yanlış politikaları götürdü tezini bu görüşmeden sonra da sürdürdü. Yalnız Kılıçdaroğlu değil, Türkiye’de kahir ekseriyet bu görüşte. Halkın aşağı yukarı tamamının bir Türkiye-Suriye çatışması istemiyor olması da bu görüşün kamu vicdanındaki yansıması.
Buna tahammül edemeyen Erdoğan, uçağımızın düşürülmesi ile ilgili bilgilendirmeye katılan Kılıçdaroğlu’nu bakınız nasıl eleştirdi:
“- Generalim kendisini bilgilendirdi!”
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin generali “Erdoğan’ın generali” oluvermişti. Her konuşmasında “Ben yok, biz varız” diyen Erdoğan, Dışişleri Bakanı için, “Dışişleri Bakanım”, İçişleri Bakanı için, “İçişleri Bakanım” demekten büyük zevk duyuyor. Oysa o bakanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanları. Öyle olduğu için de bakanlık isimlerinde “T.C.” yazıyor, “RTE” değil...
“Benim liderliğimde Türkiye’deki Yahudi topluluğu güvendedir” demek ne demek? Ecevit’in liderliğinde Türkiye’deki Yahudi topluluğu güvende değil miydi? Süleyman Demirel’in liderliğinde Türkiye’deki Yahudi toplumu güvende değil miydi? Menderes döneminde Türkiye’deki Yahudiler güvende değil miydi? Yoksa İspanya’dan bu topraklara Yahudileri getiren de Erdoğan’dı da bizim mi haberimiz yok?
Her şeyi “ben” leştiren Erdoğan’ın son “ben” leştirdiği de Suriye-Türkiye ilişkileri oldu. Kim ne derse desin işin bu noktalara gelmesi Erdoğan’ın “ben” inden kaynaklanmaktadır. Arkadaşımız Arslan Bulut’un çok güzel teşhisi ile son haçlı seferinin Büyük Orta Doğu Projesi adı ile servis edilmesinin ve Erdoğan’ın bu proje’de Eş Başkan olarak görev almasının, yani, “Ben” de, “Dünyaya nizam verenlerden biri olacağım” egosunun geldiği bir noktadır bu. Hep kazanan tarafta olmak... Haklının değil, güçlünün kılıcını sallamak...
Siz hiç bir gün Erdoğan’ın ABD ve AB’nin hilafına bir fiilde bulunduğuna şahit oldunuz mu? Söz değil, fiil diyoruz. Söz çok, icraat yok. Biz görmedik... Peki yine siz uluslararası herhangi bir sorunda ABD ve AB’nin hiç haklı olduğuna şahit oldunuz mu? Kıbrıs’tan Afganistan’a, Irak’tan İsrail’in Mavi Marmara katliamına kadar? Yok böyle bir şey... Böyle bir şey yoksa Sayın Erdoğan’ın durduğu yer de sürekli “haksız” ve fakat “güçlü olanın” yanı olmuş olmuyor mu?
Gerçek böyleyken...
Zatı şahaneleri herkesi en ağır dille eleştiriyor, lâkin en ufak bir eleştiriye asla tahammül edemiyor. İşi bu noktalara sen getirdin diyen Kılıçdaroğlu’na, “Sen Baasçı mısın” demesi bundan! Erdoğan’ın Suriye politikasını eleştirmek Suriye hükümetinin yaptıklarını onaylamak anlamına mı gelir? Erdoğan’ın bu tavrı esrar ve içki içen bir adamın, “esrarı bırak” diyen dostuna, “içkiye bir şey söylemedin, sen tekel büfesi ile ortaksın” ithamına benziyor... Erdoğan’ın bu gayreti, kelime oyunları ile halkın algısını kendi kusurlarını gizleme, hatta meziyete çevirme yönünde bir gayret değil midir?

Yazarın Diğer Yazıları