Erdoğan'ın üniversite yıllarının tek şahidi olan Yahudi gazeteci 30 yıl sonra karşılaşmalarını anlattı

Erdoğan'ın üniversite yıllarının tek şahidi olan Yahudi gazeteci 30 yıl sonra karşılaşmalarını anlattı

Gazeteci Rafael Sadi yeni çıkan “Tahtakale” kitabında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile 30 yıl sonra gerçekleşen buluşmasını yazdı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile üniversite yıllarından sınıf arkadaşı olan Rafael Sadi yeni çıkan “Tahtakale” kitabında 30 yıl sonra gerçekleşen buluşmanın detaylarını yazdı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılındaki İsrail ziyaretini takip eden Rafael Sadi aralarındaki görüşmeden bazı notları yeni kitabına taşıdı.

Rafael Sadi aktarıyor:

“30 YILDIR GÖRMEDİĞİM SINIF ARKADAŞIM”

“Yakup Barokas bana telefon ederek Başbakan’ın gezisini Şalom gazetesi adına takip  edip edemeyeceğimi sordu. 14 yaşımdan beri yazı yazmaya başladığım ve gazetenin kurucusu rahmetli Avram Leyon’un hatırasına  ve de Yakup Barokas’ın dostluğuna ‘hayır’ demek mümkün değildi. Kaldı ki bu bir görevden çok benim için bir lütuftu, onurdu. Üstelik  Aksaray İktisat Yüksek Okulu’nda aynı sınıfta  4 yıl beraber okumuş olduğum ve neredeyse 30 yıldır görüşmediğim Sevgili Tayyip Erdoğan’ı  görme konuşma belki de sizler için bir görüşme tesis etme imkanı demekti.

Düşünmeden teklifi kabul ettim ve kendisine teşekkür ettim. Sayın Erdoğan ile ilk kez Yad Vasjem’de anı defterine imza atarken  göz göze geldik. Başını hafifçe eğerek  bana selam verdi, ancak beni nereden anımsadığını hatırlayamadığını anlayabiliyordum. Hani bu adamı ben nereden tanıyorum hissi var ya işte o hisler Recep’in gözlerinde okunuyordu.

Anı defteri imzalanıp  tören bittiğimde hemen yanımdan geçerken yanımda durdu  ve kendisi sormadan kendimi tanıttım ve aynı sınıfta okuduğumuzu söyleyince, gözlerinden beni  gri beyin hücreleri içinde bulduğunu görebildim ve hemen eşine dönerek: “Hanım bak Rafael, bizim okuldan Akademiden” diyerek  beni  hatırladığını tasdik  etti. Recep  devam etti: “İyi de burada ne yapıyorsun gazeteci mi oldun?” Cevaben de “Şalom Gazetesi adına gezinizi takip  ediyorum, sınıf arkadaşım olarak da  siyasi başarılarını takip edip bundan senin adına zevk alıyorum” dedim.

“Cumhurbaşkanı olmak kolay iş değil kendi isteğiniz ile istediğinizi istediğiniz anda yapamıyorsunuz,  bir nehir gibi üstelik azgınca akan bir nehir  akıntısı gibi sistem sizi sürüklüyor bir yerde bir kaç dakikadan fazla durmanıza imkân  yok sanki” dedi ve ekledi. “Rafael sakın kaybolma, mutlaka görüşelim.” 

“BAŞBAKANLA GÖRÜŞTÜRECEĞİM”

Gece saat 11.00 civarlarında  Yerushalayim’in King David otelinde kalmakta olan Başbakan’ın yanına gittik bütün gazeteci ordusu ile. İlginçtir ama hepimiz açtık ve yemek yiyecek bir boş dakika bulamamıştı kimse. Belki bir şeyler  atıştırırım diye dolanırken Bensiyon Pinto abimiz beni Lobby’de yakalayarak ‘Neredesin ulan yarım saattir seni arıyorum Başbakanla görüştüreceğim’ dedi.

Bu iyi haberdi, Lobby’nin bar bölümü halka özel bölmeler ile kapatılmış ve özel  görüşme odası haline getirilmişti. Başbakan bir köşede  eski işadamı ve sanayici 500. yıl Vakfı kurucusu Sn. Jak Kamhi ile  görüşmekteydi. Recep oldukça sabırlı bir şekilde kendisini dinliyordu, ben de  Bensiyon abinin oturttuğu  masada kendisini bekliyordum. O günün sabahı   satın aldığım  kayıt cihazını kontrol ederken (MP3) (tam 600 Yeni İsrail Shekeli verdim) yanıma  yakasında siyah beyaz rozet bulunan bir genç yaklaştı ve ‘Beyefendi elinizdeki fotoğraf makinesi mi’ diye sordu.

Anlaşılan bu mekânda fotoğraf çekmek yasaktı. ‘Hayır’ dedim  bu MP3 müzik dinleme cihazı, neme lazım  kayıt cihazı demeyi  göze alamadım. Jak Kamhi ile görüşme uzadıkça  beklemekten sıkılmaya başlamıştım, Bensiyon abimiz nazik bir hatırlatma ile ‘Tayyip Bey  eski bir sınıf arkadaşınız sizinle görüşmek istiyor’ dedi. Recep ise “Sağ ol görüyorum kendisi karşımda oturuyor” dedi ve  beklememi rica etti.

Bu mesajı Sn. Jak Kamhi de almıştı ki  bu sözlerin ardından  konuşmasını sona erdirdi ve  kalkarak yerini  boşalttı. Ben daha kalkmak için hamle yapmaya  fırsat bulmadan  tetikte bekleyen birçok işadamı Cumhurbaşkanı’nın etrafını  çevirdi ve  biri daha atik davranarak: ‘Efendim  falanca köyün bilmem ne efendisinin selamlarını getirdim kendisinin mazereti olduğundan gelemedi, beni vekil tayin etti şu tarihte ilk okulumuzun temel atma töreni olacak sizi davet etmeye geldim’ dedi.

Recep’in yüzündeki gülümseme  görülmeye değerdi ancak kimseye kızmamaya  yemin etmiş gibi bütün samimiyeti ile: ‘Maalesef ben temel atma törenlerine katılmıyorum’ dedi. Yanındaki yetkililerden biri durumu kurtarmaya ve  adamcağızı münasip bir şekilde uzaklaştırabilmek için devreye girerek, ‘İnşallah açılışa davet edersiniz o zaman katılırız belki’  dedi. Recep de söz vermiş olduğu anlaşılmasın diye de hemen  söze girerek: ‘Tabii ki takvimimiz müsait olursa’ dedi. 

Beni kalabalığın içinden çekip  çıkaran yine Bensiyon Abim oldu,  hemen Cumhurbaşkanı’nın yanına kadar getirdi ve  kendisine benimle görüşmek istediğini hatırlattı. Nihayet  baş başa kalmıştık. Ha baş başa derken aynı masada dört bakan,  Türkiye Büyükelçisi Sn. Feridun Sinirlioğlu, Bensiyon Pinto ve Silvyo Ovada  ile daha tanımadığım bir kaç kişi daha vardı. Resimdekileri tanımıyorsanız sol cenahta bendeniz Rafael Sadi, sağ cenahta, Türk Yahudi Cemaati onursal Başkanı Sn. Bensiyon Pinto ve ortada boy farkı ile Türkiye Cumhurbaşkanı, Sayın Recep Tayyip Erdoğan. Recep  karşımda idi ve bu kez yüzünde o Cumhurbaşkanı ifadesi yoktu. 

“NE ARIYORSUN BURADA”

RTE- “Eee anlat bakalım... Ne arıyorsun burada? Ne yapıyorsun bakalım bu göbekle?”  dedi. 

RS- “İyi de soruları ben soracaktım. 30 yıl oldu neredeyse görüşmeyeli”  dedim. 

RTE- “Oldu  mu o  kadar?” 

RS- “Aşağı yukarı.... Okulu, hocaları hatırlıyor musun? İsmail Özaslan, Kamuran Pekiner, İsmet Giritli, Ergun Tuna, Erol Zeytinoğlu? Ergun Tuna ismi ilgisini çekmişti. 

RTE- “Haklısın... Oldukça zaman geçmiş” dedi. 

RS- “Bugünkü hayatını gördüm de,  Allah yardım etsin dememek elde değil... Ne işin  vardı da böyle bir mesleğe soyundun?” 

RTE-  “Hiç karıştırma ama görev işte” dedi. 
Aynı anda Cumhurbaşkanı geri dönmüştü. 

RS- “Sayın Cumhurbaşkanım, öncelikle İsrail’e  hoş geldiniz derim. Türk Yahudi cemaatinin  tek gazetesi olan Şalom okurlarının selamını iletmeme ve sizin var ise okurlarımıza mesajınızı geçmek isterim” 

RTE- “Hoş bulduk, sağ olun... Türk Yahudileri Türkiye Cumhuriyeti''nin  asıl vatandaşlarıdır ve diğer vatandaşlarımızdan bir farkı yoktur bizim için,  devlet için. Tarih boyunca bu cemaat, huzur ve güven içinde yaşamışlar ve böyle yaşamaya da devam edeceklerdir. Türkiye''deki  Yahudi dinine mensup Türk vatandaşlarının  huzur içinde yaşamalarını temin etmek Türkiye Cumhuriyeti olarak bizim  görevimizdir ve bu görevi 513 yıldan beri yerine getiriyoruz ve getirmeye devam edeceğiz.” 

RS- “Bildiğiniz üzere Türkiye’de 20 bin civarında İsrail’de de  yaklaşık olarak 100 bin kadar Türk yahudisi yaşamaktadır... Belki  bir 30 bin kadar hatta daha fazla değişik ülkelerde  mevcuttur. Türk Yahudilerinin Türkiye ile İsrail ilişkilerinde 262 bir köprü olduğunu  ifade ettiniz bugünkü beyanlarınızın birinde, bu görevi,  yani köprü olma görevini yeterince yerine getirdiğimizi  söyleyebilir misiniz? Eksiklerimiz varsa veya tamamlanmasını  arzuladığınız noktalar varsa ortaya koyabilir misiniz?” 

RTE -“Sanırım  bu konuda elinden geleni layığı ile yapıyorsunuz. İhtiyaç anında görev başında olduğunuzu  biliyorum.” 

RS-  “Peki sayın Erdoğan, İsrail ile gerek ticari, gerekse askeri  anlaşmalar çerçevesinde son 15 yılda oldukça büyük gelişmeler yaşandı... Ticaret hacmi  2 milyar doları aşıyor (Askeri harcamalar hariç). Turizmde,  İsrail’den Türkiye’ye bir patlama yaşanıyor ve her yıl  300 bin İsrailli, hatta fazlası Türkiye’ye gidiyor. Bu ilişkiden sanırım  her iki tarafta memnun, ama sizce bu Turizm ilişkisinin çift yönlü işlemesi gerekmez mi. Bunun için Türk Hükümeti olarak yapmanız gereken  nedir?” 

RTE- “Dediğin gibi 300 bin İsrailli turist, her yıl Türkiye ye gelip tatilini geçiriyor Turist sevgi, şefkat ve nezaket arar, Türkiye''de bunun en iyisini buluyor ve bu  çarkı iki yönlü işletebilmek için İsrail yetkilileri ile  sıkı temas halindeyiz. Ancak İsrail’in güvenlik sorunları nedeni ile ülkeye gelen turiste uygulanan  sorgulama sistemi, maalesef bu konuda Turisti kaçırmaktadır. Ayrıca  Biz İsrailli Turistlere vize uygulamıyoruz ve kapılarımız ardına kadar açık, ama İsrail’in, ülkeyi ziyaret etmek isteyen  Turiste vize vermesi, üniversite sınavına girmekten zor. Bunu da anlıyoruz ve güvenlik problemine bağlıyoruz ancak turist bu eziyeti çekmek istemezse  bunu teşvik etmek kolay değil.” 

“EKMEK PARANI BU İŞTEN Mİ KAZANIYORSUN”

RS- “Umarım bu konuda gerekli  önlemler yetkililerce alınır ve  bu tıkanıklık giderilebilir.”  

RTE- “Söyle bakalım ne yapıyorsun? Ekmek paranı bu işten mi kazanıyorsun.”
Recep geri dönmüştü. 

RS- “Tabii ki hayır... 14 yıldır İsrail’de yaşıyorum, çimento ve mermer ticareti  ile iştigal ediyorum. Evli iki çocuğum var ve  oğlum 2 ay sonra evlenecek... Davet edersem düğüne gelir misin?” 

RTE- “İnşallah. Neden olmasın? Vakit bulursak olabilir.
 (Olamayacağını ikimiz de biliyorduk ve vakit en önemli malzeme idi  bir cumhurbaşkanı için) Bizim çocuklarda bu yolda sanırım yakında  dede olacağım.” 

RS- “Hayırlı olsun.” 

RS-  “Ne diyeceğim biliyor musun? 4 yıl beraber okuduk. Hiç bir zaman  Kasımpaşalı olduğunu bilmedim. İşte şimdi bombayı patlatıyorum... Ben’de Kasımpaşalıyım ve yanılmıyorsam  her söylediğin sözün ne anlama geldiğini, ne derken  ne demek istediğini anladığımı sanıyorum.” 
Masada bulunan herkes bu Kasımpaşalılık  meselesine  kahkahalar ile gülüyordu. 

RTE-  “Öyle mi? Ben de bilmiyordum, ilginç doğrusu.” 

“İSTERSEN YAZMAYABİLİRİM”

RS- “Peki  şimdi bir soru soracağım ve arzu etmezsen cevabını yazmayacağım. İstersen soruyu sorduğumu da yazmayabilirim. Bu tamamen benim  şahsi merakımı tatmin ile ilgili.” 

RTE- “Hiç insan gazeteci olur da sorduğu soruyu yazmaz olur mu?” 
Bu yazabilirsin mi demekti, yoksa haklı mı idi? O dürtü insanı yer bitirir yazmazsa. 

RS- “Şimdi istersen Kasımpaşalılığa dönelim... Sende öyle bir üslup var ki... Ben sanki senin duygularını okuyor gibi hissediyorum kendimi. Mesela  bundan 1,5 yıl kadar önce İsrail ile Suriye arasında hatta İsrail Filistin arasında bir arabuluculuk görevi üstlenmeyi  önermiştin... Maalesef bu teklifin, İsrail tarafından reddedilmişti. Bence bu yanlıştı ama sanırım  devrede ABD’nin  baskısı da vardı. Benim ve benim gibi düşünen birçok Türk Yahudisinin kalbinde Türkiye’nin, bu bölgede  bir Barış  dengesi oluşturabileceğine olan inancımız ile böylesi bir görevi Türkiye''nin hak ettiğine inanıyorum. Reddedilmek ile  İsrail çok kızdığını hatta gıcık kaptığını okudum o günkü  tepkilerinde. Lütfen samimiyet ile cevap ver... İstemezsen  bunları yayınlamayacağımı  belirtmiştim.” 
Salondaki gülüşmeler haklı olduğumu ve sınıf arkadaşımı  doğru tahlil ettiğimi  söylüyordu. 

RTE- (Gülümseyerek) “Gıcık kapma değil ama insan doğal olarak üzülüyor tabii.” 

RS- “Sağ ol  bunun üzerine sana bunun ardından gelebilecek soruyu sormayacağım, cevaplandırdığın için teşekkür ederim.”

Eski sınıf arkadaşım ve Türkiye Cumhurbaşkanı’na sormayı tasarladığım  birçok soru daha vardı ama ne ortam müsait idi  ne de vakit yeterli değildi."


 

İlgili Haberler