‘Erdoğan’ın sünneti’ne itiraz etmeyenler
Ne zaman İslâmcılarla ilgili eleştiri yazısı kaleme alsam veya ne zaman siyasî iktidar sahiplerinin İslâmcı çelişkilerine ve çifte standartlarına yönelik eleştirilerde bulunsam mutlaka rahatsızlık içeren mailler alırım... Yeniçağ’da yazmaya başlayalı bir yılı geçti, bu durum hiç değişmedi... Benim için şahsen hiçbir önem taşımayan ‘bu tipler’e neden girdiğimi yazının sonunda temas edeceğim...
Karnı ağrıyanlar, İslâmcılarla ilgili eleştirilerimi genellikle İslâm’ı (hâşâ) eleştirdiğimi zanneden veya öyle zannetmek işine gelen sığ tipler... Özensizce uydurulmuş isimlerle, ‘tek kullanımlık’ mail hesaplarıyla mesaj gönderiyorlar... Sınırlı kapasitelerini kızgınlığını ifade etmeye çalışarak kullananlar da var, örtülü biçimde tehdit etmeye kalkışanlar da...
Muhtemelen internet ortamındaki paylaşımlarla söz konusu yazılardan haberdar oluyorlar... Ne zaman böyle bir mesaj alsam, hepsine uyan ‘şablon mesaj’ımla cevap yazarım... Bu konuyu yüz yüze görüşmemizin daha faydalı olacağını, kendisi açısından mümkün değilse telefonla görüşebileceğimizi ifade eder, telefon numarasını isterim, kendi numaramı da yazarım... Fakat ne hikmetse şimdiye kadar arayan veya numarasını veren, hatta yazışmayı sürdürebilen bir tek ‘din kardeşim’ çıkmadı!..
Zaman zaman yazılarımda tam da bu ‘karakter’i anlatmaya çalışırım... Güç elindeyken şımaran, kostaklanan ama zayıf düştüğünü hissettiğinde yılışan ve sıvışan... Maalesef yakın tarih, bu karakterin keskin virajlarıyla doludur...
İslâmcılığın İslâm’ın kendisi olmadığını, İslâm’ın doğuşundan yaklaşık onüç yüzyıl sonra ortaya konmuş tam anlamıyla ‘beşerî’ bir ideoloji olduğunu bu tipe nasıl anlatacaksınız? Ya da sözde İslâm adına tepki koyan isimsiz ‘kahraman’lara, hicret yolunda yoldaşına “Korkma! Allah bizimle beraber” buyuran Hz. Peygamber cesaretinden nasipdar olmanın gereğini nasıl öğreteceksiniz? Daha önceleri millet veya siyasî kimlik içeren isimleri “Müslüman ismi neyinize yetmiyor?” sorusuyla mahkûm etmek isteyen anlayışa “O halde ’İslâmcı’ya ne gerek var?” diye sorduğunuzda hangi mantıklı cevabı alacaksınız?
Erdoğan’ın ABD ilişkileri aslında İslâmcı için bir tutarlılık testidir ve avlu mücahitleri bu testte sefilleri oymamaktadır... Kimisi sükûtla ikrar etmekte, kimisi ise ar duvarını aşmış biçimde, ABD’nin Tayyip Erdoğan’a büyük ilgisinin küresel liderliğinin tescil edildiğine bağlayabilmektedir!..
Daha önce Erdoğan’ı ‘ebedî lider’ sayanı, filminin çevrilmesini önereni, doğduğu, yaşadığı ve seçildiği yerleri ‘kutsal belde’ ilan edeni duydukça bu zincirleme yağcılık karşısında teslim olmuş, şu notu düşmüştüm: “Siz siz olun, ‘Pik nokta yakalandı, bundan da ötesi olamaz’ gibi şeyler söylemeyin... Siyaset sektöründe öyle kararlı ‘canlı’lar var ki Nirvana’nın kuyruğuna teneke bağlarlar, dünyanın değil, galaksinin etrafında tur attırırlar!..”
Nihayet beklenen hamle geldi!.. Sağlık Bakan Yardımcısı Agâh Kafkas ihalelerdeki tarih pazarlığını tanımlamak için “Bu Tayyip Erdoğan’ın sünnetidir” ifadesini kullandı... Burada sünnetin geniş anlamını öne sürerek ‘onaylama’ yoluna giden cıvıklığı mı tercih etmek, yoksa bunun Peygamberimize ‘özel’ anlamını düşünerek tavır mı koymak gerekirdi? Elbette ikincisi doğruydu... Ama kim yapacaktı bunu? Bütün hayatı boyunca sloganla fotosentez yapan İslâmcı kafa mı?
Hakkı dillendirmesi gerekenler hakkı yutuyor!.. Bidat üstüne bidat icat edilirken, varacağı üst sınır kestirilemeyen yağcılık yarışı en başta ‘din’in geleneklerini kemiriyor... Bu durumda kime daha önce kızmak lâzım? “Senden büyük Allah var” hatırlatması yapacağına Hz. Peygamber’e özel olan ‘sünnet’ kavramını Başbakan’a iliştiren anlayış sahibine mi, “Artık ölçüyü iyice kaçırdınız” demesi gereken Başbakan’a mı, yoksa sorgudan muaf İslâmcıya mı?