Erdoğan’ın ‘milliyetçi endişesi’ neden yok?
Son kongreden sonra bir kere daha anlaşıldı ki, AKP sahneden silinmiş olan ANAP’ın kötü ama başarılı bir kopyası... Kötü; çünkü farklı eğilimlerden oluşan dengeyi onun kadar iyi kuramadı... Başarılı; seçim sonuçları ortada...
ANAP’ın siyasî seyri her seçimde gerilemeyle geçti... AKP ise her seçimde oylarını yükseltti... 1983’teki genel seçimlerde yüzde 45 alan ANAP, 1987’de yüzde 36’ya, 1991’de Mesut Yılmaz’la yüzde 24’e geriledi... BBP’yle ittifak yapılarak girilen 1999 seçimlerinde ancak yüzde 20 alınabilirken, 1999’da bu oran yüzde 13’e düştü... 2000’li yıllar silinme yılları oldu...
Parti içi koalisyon dengesini ANAP kadar iyi kuramamasına rağmen AKP neden daha başarılı sonuçlar aldı? Bu soruya cevap ararken, öncelikle şunu kabul etmeliyiz ki, iki parti de farklı eğilimlerin kendisini ifade alanı olarak görebileceği bir görünüm arzetmeye çalıştı... Milliyetçiler teorik olarak bu koalisyonların ayaklarından birisini oluşturdu...
Milliyetçileri temsilde bu iki parti arasında bariz farklar vardı... ANAP’ta, bizlerin sert eleştirilerine rağmen ‘milliyetçi’ kimlikleriyle bilinen isimler vitrinde hatırı sayılır orandaydı... ‘Dört eğilim’ fotoğrafının neredeyse eşit ayaklarından birisini oluşturuyorlardı... Farklı eğilimleri temsil açısından ANAP’ın izdüşümü gibi davranmaya çalışan AKP’de ise muhafazakâr, liberal ve etnik temsil ayaklarına oranla ‘milliyetçi’ renk aynı derecede güç sahibi değil... Hem vitrinde, hem de hükûmet uygulamalarında milliyetçi hassasiyet yok denecek seviyede... Burada sorulması gereken şu: Peki buna rağmen, AKP’nin toplumda var olan milliyetçi potansiyelden pay alma oranı, ANAP’tan neden çok daha yüksek seviyede seyrediyor?
Başbakan Erdoğan 2002’den beri, hem Türkçe’ye hem de siyaset literatürüne ters olsa da aynı nakaratı tekrarlayıp duruyor; “Biz etnik, dinî ve bölgesel milliyetçiliğe karşıyız” diye... Kendince milliyetçiliğin ‘olumsuz’ türlerini sıralarken, ‘olumlu’ milliyetçiliğin ne olduğuyla ilgili ne dediği ise belli değil... Zaman zaman Mehmet Akif’in “Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz” dizesiyle bir şeyler anlattığını sanan ama bu konuda kurabileceği ikinci bir cümlesi olmadığı anlaşılan Başbakan, anketlerden çıkan sonuca göre en milliyetçi lider!.. Partisi AKP ise kendisini ‘milliyetçi’ olarak tanımlayan seçmenin birinci partisi!..
AKP’nin seçmen kitlesinin ana gövdesini elbette muhafazakârlar, sıralamada ikinci grubu ise milliyetçiler oluşturuyor... Milliyetçi hissiyatın tamamını kuşatacak bir milliyetçi parti eksikliği, Erdoğan açısından bulunmaz bir nimet... Bu yüzden önemli bir oy oranını tabiri caizse beleşe getiriyor... Dolayısıyla Tayyip Erdoğan, milliyetçi havuzdan oy toplayabilmek için, ne hükûmet uygulamalarında ne de vitrin oluştururken ekstra bir gayrete ihtiyaç hissediyor...
Mevcut MHP yönetiminin, milliyetçileri cezbedecek politika üretmekteki yetersizliği, AKP’ye adeta ikmal sağlıyor... AKP içindeki ‘memnuniyetsiz milliyetçi’ potansiyeli kendisine çekebilecek bir MHP’nin var olmayışı (buna görülmeyişi de denilebilir) hissiyatına en uzak olduğu bu alanda bile Erdoğan’ın elini rahatlatıyor...
Kürtlerin desteğini elde tutabilmek için etnik siyasetin sivri isimlerini partisine çekmeyi hedefleyen ve yapan, liberallerin oyunu alabilmek için, gürültüsü potansiyelinden fazla olan liberalleri partisine toplayan Erdoğan’ın milliyetçileri cezbetmek için hiçbir gayrete ihtiyaç duymaması, bu alandaki rakibinin zayıflığıyla doğrudan ilişkili olamaz mı? Milliyetçi potansiyelin önemli bir kısmını seçeneksiz bırakan veya öyle hissetiren sosyolojik gerekçeler arasında bugünkü MHP yönetiminin ‘başarı’ veya ‘başarısızlık’ payı nedir acaba?
Bu durum, sloganlarla, satılmışlıkla, ihanetle, aymazlıkla izah edilebilecek bir fotoğraf değildir... Görmezlikten gelinince veya yok sayılınca gerçekten yok olacak bir durum hiç değildir... Bu milliyetçi hareket ve ideoloji açısından bir trajedidir aslında... Başlangıçta bir ‘emanet’ gibi giden oyların tekrarlana tekrarlana ‘kalıcı’ hâle dönüşmesi bir risktir ve bu risk en fazla milliyetçi hareketi ilgilendirmektedir... Seçim akşamları illeri renk renk boyanan Türkiye’nin siyasî haritası her şeyi anlatırken, geleneksel oy coğrafyalarındaki blokaj açıkça ortaya çıkarken, bu tehlikeye karşı yıllardır tedbir geliştirememiş olmak çok ciddi bir sıkıntıdır...
Belli ki, milliyetçi rakibin gamsızlığı, ilgisizliği ve ülkede olan biteni doğru okuma problemi, AKP’de milliyetçilik konusunda korkusuzluğa ve rahatlığa yol açıyor... ‘Çantada keklik’ muamelesi yapılan milliyetçi potansiyelin kaçacak adres bulamaması, AKP’nin millî hassasiyetler konusundaki umursamaz tavrına adeta bir gerekçe oluşturuyor...
Hatırlarsınız, “Kurban olam ayına yıldızına” sloganlı pankartları Gaziantep’in ötesine taşımayan bir parti AKP... Artık içinde “PKK seçimlere girsin” teklifini getirecek derecede ileri giden milletvekillerine bile sahip... İşte bu parti hâlâ milliyetçi seçmenin önemli bir kısmını elde tutabiliyor... Siyasetin doğasına aykırı olan bu çelişkinin nedenlerini, niçinlerini araştırırken, bunu Erdoğan’ın propaganda gücüyle veya milliyetçi seçmenin algılama yetersizliğiyle açıklamaya kalkışmaktan ziyade, milliyetçi rakibin duruşuna, uygulamalarına ve siyaset üretme yetersizliğine odaklanmak daha doğru olacaktır...
‘Milliyetçi’ ile ‘milliyetçi parti’ arasındaki ‘iletişim’, ‘duygusal bağ’ ve ‘güven problemi’ bütün çıplaklığıyla ortaya konulmadan ve bu problem aşılmadan mevcut kopukluğun aşılması zordur... Aslında her seçim bunu belgelemiş, ama gereği yapılmadığı için birbirinin kopyası sonuçlar yaşanmıştır... Başarı gökten zembille inmeyeceğine göre, artık kronikleşme emareleri veren bu tabloya neşter vurmaktan başka yol kalmış mıdır?