Erdoğan yönettikçe neden Türkiye kaybeder?
Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı örgüt ve devletlerin eline geçmemiş bir sırrı kalmış mıdır? Ülkenin ve ülkeyi yönetenlerin sırları, yabancı odakların eline geçmişse, alınan ya da uygulamaya geçen hangi kararlar ‘bağımsız’dır ve devletin menfaatinedir?
“Cumhurbaşkanı’nın da Genelkurmay Başkanı’nın da kasetleri var” diyen kişi bu ülkenin Başbakan’ı... Seçim öncesinde Suriye konuşmaları internete düşenlere bakın, güvenlikle ilgili iki kritik müsteşar, bir bakan ve paşa düzeyinde bir asker... Bizler bu cumhuriyetin vatandaşları olarak, devletin herhangi bir sırrının emin ellerde olabileceğine, yabancı istihbarat örgütlerinin bundan habersiz olduğuna artık inanabilir miyiz?
Şunu anlıyoruz ki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve çevresinin özel-genel bütün hayatı izlenmiş ve kayıt altına alınmış... İyiliğinden kötülüğünden, doğruluğundan yanlışlığından vazgeçtik, bütün iletişim kayıtları ‘dış unsurlar’ın eline geçmiş, güvendiği ‘kriptolar’ aşılmış bir Başbakan’ın yönettiği ülke, her türlü şantaja açık mıdır, değil midir? Enerjiden iç güvenliğe, ekonomiden dış politikaya kadar ülke için hayati kararları alacak olanların oturacakları uluslararası masalardaki ‘millî’ ağırlıkları ne olabilir?
Bu hâliyle Türkiye ‘güvenlik ve istihbarat duvarları’ açısından dünyanın en ‘şeffaf’ ülkesi konumunda!.. Kainatın neresinde olursanız olun, sırlarını internetten takip edebiliyorsunuz!.. Artık ‘kimin yaptığı’ndan ziyade, ‘ne hâlde olduğumuz’ çok daha önemli... Bütün bunlara rağmen âdeta akıl tutulması yaşıyoruz... Başbakan diyor ki, “Benimle ilgili ne varsa açıklayın, açıklamazsanız namertsiniz!..” Daha ne açıklayacaklarsa!..
Açıkçası mesele, kişi veya parti meselesi değil, ülke meselesi... Bizler şu ana kadar ortaya dökülenleri biliyoruz... Ama açıklanmayan ve ensede kılıç gibi gezdirilen hâlâ neler var bilmiyoruz... Ülkeyi yönetenlerin ‘şah damarı’nı düğümleyen gerçeklerin varlığını ve aldıkları/alacakları kararların bu şantajın gölgesinde hayata geçmiş olabileceğini düşünmek son derece ürkütücü... Verdikleri açıklar dolayısıyla, masalarda önlerine konacak olanlara direnme gücü kalmamış olanların ülkeyi yönetmeleri o ülke adına ‘en büyük güvenlik riski’ değilse nedir?
Şimdi şu sorulardan kaçma imkânımız var mı: Açılım politikası gerçekten bağımsız verilmiş bir karar mıydı, yoksa ‘düşman’ın elindeki kozların dayattığı bir mecburiyet miydi? Veya Ermenilerle ilgili ‘yeni mahsul’ taziye mesajı gerçekten içten mi gelmiştir, yoksa Türkiye ‘açığı olanlar’ sayesinden mecburî bir istikamete mi sokulmuştur? Kıbrıs’la ilgili bundan sonra alınabilecek herhangi bir kararın ‘millî güvenlik’le mi, yoksa yöneticilerin ‘şantaja açık’ hâli dolayısıyla mı alınacağına dair herhangi bir garantimiz var mıdır?
İstihbaratın başındaki kişinin neredeyse her konuşmasının internete düşmesi, herhangi bir ordu komutanının su tabancasıyla dolaşması veya Dışişleri Bakanı’nın Ortadoğu seferine çıkarken ‘tahta at’a binmesi kadar sıra dışı bir durum... Ülkenin istihbaratla ilgili bütün güvenlik duvarları delik deşik... PKK’yı ve onun liderini bu kadar pervasızlaştıran, şımartan ve pazarlık gücüne ulaştıran nedir, vâkıf olduğu sırlar mıdır, yoksa yabancı istihbarat örgütlerinin paylaştıkları mıdır, doğrusu kafalar çok karışık...
Tekrar edelim, geçtik iyiliklerini kötülüklerini, bu düştükleri durum dolayısıyla ülkeyi yönetenlerin o ülkenin bizzat ‘yumuşak karınları’durumuna gelmeleri, tam bir millî felaket... Hele Başbakan’ın “Ben tek değilim, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı da çıplak” anlamına gelebilecek sözleri bu felaketi tescilliyor âdeta...
Özetle, ülke, kendisini yönetenlerin zaafları sayesinde her türlü dış tehdide, şantaja ve dayatmaya açık durumda... Sırlarının ne kadarının dış unsurların bilgisi dahilinde olduğu ve bunların ne kadarının kullanıldığı tam olarak bilinmeyen ama tahmin edilen kişiler tarafından yönetiliyoruz...
Kabul edelim ki, ülkenin dünlerinde Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’ne konu olan hiçbir tehlike bu kadar büyük olmamıştı... Sırlarının deşifre olması dolayısıyla ‘ülke yönetme yeterliliği’ kalmamış bir yönetim sadece Türkiye’de değil, dünyanın bütün ülkelerinde ‘güvenlik riski’dir...