Erdoğan Obama’yı dövmüş! (18 Ekim 2011)
Telefon görüşmesinde Obama Erdoğan’a, “İran’ı koruyorsunuz” deyince Erdoğan da Obama’ya, “Siz de İsrail’in avukatlığını yapıyorsunuz” demiş.
AKP’nin Kızılcahamam Kampı’nda Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu diyalogu partililerle paylaşma, partililer de aynı diyalogu kamuoyuna sızdırma ihtiyacı hissetmiş... Ne taktik, ne taktik... Biz bu süreci İkinci Dünya Savaşı öncesi Avrupa’nın bazı ülkelerinde gördüğümüz süreçlere benzetiyor, “Allah akıbetimizi hayreylesin” diye niyazda bulunuyoruz.
Neyse, aradan bir gün geçti, Davutoğlu, “Büyütecek bir şey yok” anlamında tevilde bulunarak, “Bu diyalog iki lider arasındaki dostluk ve samimiyeti gösterir” deme ihtiyacı hissetti. Bilemeyiz, belki bir yerlerden kulak çekme olayı falan olmuştur; bu işleri bu kadar ayağa düşürmeyin ikazı falan yapılmış olabilir. Her ne ise, biz bilelim ki, Davutoğlu tevilinde de isabet kaydedememiştir. Çünkü devletlerarası münasebetlerde “dostluk” değil “menfaat” vardır. Bu da yadırganmamalıdır. Sen Obama’ya ister “lan” diye hitap et, istersen tut bir de tokat at, bana ne... ABD askerleri Türk askerinin başına çuval geçirdi mi, geçirdi? Sen ne yaptın, onu söyle... Obama senden İran’a karşı, İsrail’i koruyacak bir NATO kalkanı konuşlandırmanı istedi mi, istedi, sen ne yaptın, “Evet” dedin. Obama sana, “Kes şu Suriye ile kankalığı” dedi mi? Dedi, sen ne yaptın, dün ortak bakanlar kurulu topladığın Suriye’ye savaş tehditleri savurmaya başladın. “Süpürmeyin, kullanın” seanslarını da unutmuş değiliz...Daha neler neler! Söyleyin bunu neresi “samimiyet” bunun neresi “dostluk”!
Kaldı ki, dediğimiz gibi milletler arasında dostluk değil menfaattir söz konusu olan. Meselâ İngiltere ile Amerika beynelmilel arenada hep aynı şarkıyı söyler, birinin kara dediğine öteki asla ak demez, isterse o sütbeyaz olsun. Ama bu bir yere kadardır. İngiltere’nin en büyük baş belası IRA terör örgütü değil midir? Öyledir. Ama ABD’li işadamları IRA’ya silah satmıştır. IRA’nın siyasi kanadı Sinn Fein’in lideri Gerry Adams, New York’a davet edilmiş, Bill Clinton tarafından himayeye alınmıştır.
Türk tarihinde bu bahiste çok ilginç örnekler vardır. Şu günlerde “Vakıfları” ile gündeme oturan Almanya ilginç bir laboratuvar olarak önümüzde durmaktadır. Daha dün “kurtarıcı” gibi karşıladıkları Türk işçilerini bugün horlayan Almanlar değil midir? Niye? Niye olacak o gün çıkarı o yöndeydi, bugün bu yönde!
Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler Kudüs’ü aldıklarında müttefikimiz Almanya,“Şükür Kudüs’ü Müslümanlardan kurtardık” diye sabaha kadar kilise çanları çalmış, içip eğlenmiştir. Yahu birlikte savaşıyoruz, benim yenilmem senin yenilmen değil mi? Öyle.. Öyle ama niye bu sevinç? Çünkü inanç ve kültür menfaati kalıcı, müttefiklik yapay, sahte ve geçici...
Müttefikimizin bir numaralı adamı Alman İkinci Vilhem’in Rus Çarı İkinci Nikola’ya yazdığı mektup, “Osmanlı Devleti’nin taksimi üzerinde, asıl anlaşması icap eden biziz” satırları ile başlamıyor muydu? Evet, Almanlar hem Osmanlı ile ittifaka giriyor, Osmanlı bu Almanlara ordusunun tamamını teslim ediyor, emir komutasını devrediyor, ama aynı Almanya Rus Çarı’na mektup yazarak, “Gel Osmanlı’yı birlikte parçalayalım” önerisinde bulunuyor...
Ha ABD’nin Obama’sı, ha Alman’ın İkinci Vilhem’i, Rus’un Nikolası...
Satırlarımıza son verirken bütün Obama’lara, Vilhem ve Nikola’lara ve anayasa’daki Türk kelimesinden rahatsız olan cümle kafalara Batı’da nadir çıkan hakkı teslim eden kalemlerden biri olan Lamartine ile cevap verelim:
“Türklerin yurdu efendiler, kahramanlar, şehitler diyarıdır. Böyle bir milletin düşmanı olmak, bence insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır!”
İnşallah bir şeyler anlatabilmişizdir...