Erdoğan gene tribünlere oynuyor
Türkiye’deki gelişmeleri dışarıdan izleyip, bunlar hakkında Başbakan’ın açıklamalarını dinlemek tam işkence.
Günümüz değerlendirmesine güncel konulardan başlayalım. Ermeni soykırım tasarısının ABD Temsilciler Meclisi Komisyonunda kabul edilmesinin ardından, Başbakan “Neticeyi görmedikçe ABD’ye elçi göndermeyiz” demedi mi? Güzel ama 12 Nisan’daki Washington gezisini neden iptal etmiyor acaba? Zira orada görünüp, sonra da yandaş basın aracılığıyla, ABD Başkanı Obama’nın kulağına, “Yahu Tayyipçiğim, bakma sen bizim melanet milletvekillerine ben onları döverim, sen büyükelçini yolla” dediğini yayınlatacak. Göreceksiniz haklı çıkacağım.
ABD-Türkiye ilişkileri AKP iktidarı döneminde Washington’daki büyükelçi kullanılmadan sürdürüldü. Buradaki Türkiye Büyükelçiliği Türkiye’ye gideceklere vize hizmeti veriyor yalnızca. İlişkiler Ankara’daki ABD Büyükelçiliği eliyle yürütülüyor. Ankara’daki Amerikalı büyükelçi istediğinde Başbakanın ve Cumhurbaşkanının yanına girebiliyor. Soykırımı tasarısı Obama yönetiminin ürünü değil ki. Bu karar ABD Kongresinde alındı. Onlar tavrını koydu. Haydi, bakalım sıra sizde. Erdoğan’ın bu açıklamaları Amerikalılara değil, Türkiye’deki seçmene, yani tribünlere.
Arkasından IMF -Uluslararası Para Fonu- konusunda Erdoğan açıklama yaptı. Ne ilginç değil mi, bu sözler IMF Basın Bürosunun basın açıklamasından 12 saat sonra geldi. Ben yanlış hatırlamıyorsam, hangi gazeteci sorsa Başbakan ve bakanları, “akşama sabaha standby anlaşmasını imzalayacaklarını” söylüyorlardı. Bizse, IMF tarafından ileri sürülen koşulların AKP iktidarına ağır geldiğini savunduk. Sonuç IMF özellikle devlet güvencesi altındaki belediyelerle ilgili harcamalar ve borçların denetimi koşulunu yerine getiremeyen Erdoğan hükümetine para veremeyeceğini söyledi. Bizimkilerse derhal, “artık ihtiyacımız kalmadı, ondan olmadı” türküsünü tutturdu.
Gelelim depreme. Erdoğan, Elazığ’daki deprem için, “kerpiç öldürdü” demedi mi? İyi de o köylülere seçim propagandası yapmak amacıyla beyaz eşya yerine çimento verseydiniz, o evler betonarme yapılsa bu kadar kişi ölür müydü? Ayrıca böyle bir feci olaydaki ölü sayısını bile doğru tutamayan iktidarın memleket hesabı da kuşku yaratıyor.
Son olarak, yazıyı yazarken Ankara’da silah yüklü bir kamyon yakalandığı haberini dinledim. Hiçbir ön bilgim olmamasına rağmen bu kamyonun birliklere silah ve cephane dağıtımı yapabileceği aklıma geldi. Hep bizim basının bilgisizliğinden şikâyet ederim ya, TV’de Mehmet Ali Birand bozuk Türkçesiyle, neden bir sivil kamyonun cephane ve silah taşıdığını soruyordu. Allah akıl fikir versin. Sivil kamyonların asfalt üzerindeki taşıma kapasitesi ile arazide çalışan askeri araçlarınki çok farklı. Ayrıca sanki manava elma taşıyor gibi seyahat eden bir kamyona saldırı olasılığı az veya yok gibi, yeter ki içeriden bilgi verilmemiş olsun.
Sevgili okurum, ülkelerin caydırıcılık gücü vardır. Bu savaşmadan, can kaybına yol açmadan karşısındakini iknaya yarar. Nasıl caydırılır düşman? Askeri veya ekonomik güçle. Ekonomik güç, Medine dilencisi gibi her kapıyı çalarak borç para dilenenlerde yok demektir. Askeri güce gelince. Kafasına torba geçirilen askerinin hesabını soramayan, her gün trafik polisi tarafından bile itilip kakılan bir askerî kuvvet ne kadar korkutur ki?
İşte tüm bunlar Mustafa Kemal tarafından kurulup, Batı uygarlığına yüzünü çevirmiş Türkiye’nin nasıl rayından çıkarıldığının açık kanıtıdır. Hayır ola, gün ola.