Enseyi karartmayalım tamam ya hayatı?

Çetin Altan'ın ölüm haberinden sonra telefonumun ekranında onunla özdeşleşen "enseyi karartmayın" mesajları uçuşurken, Yargıtay'da, Ümraniye'de bir gecekonduda ele geçirildiği iddia edilen -ismi var cismi yok- el bombalarına dayanılarak başlatılan soruşturma doğrultusunda oluşan "Ergenekon" etiketli hesaplaşmanın 16. Ceza Dairesi'nde devam eden temyiz duruşmasındaydım. Ve tam da o dakikalarda, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün avukatı Hulusi Coşkun, "hayatları karartmayın" çığlıklarının kâr etmediği günleri hatırlatıyordu kürsüde:

- Müvekkilim devam etmek zorunda olduğu tedavisi sırasında gözaltına alındı. Keza tutuklandığı gün fenalaştı ve hastaneye kaldırıldı. Geçirdiği ameliyatta mikrop kapan ve oksijen yıkamasıyla tedavi olması gereken müvekkilimi Silivri'ye göndermek istediklerinde GATA'daki komutanla 60 dakikalık bir görüşme yaptım. 59 dakikası onun bağırmasını dinlemek zorunda kaldım; ne koşullarda görev yaptığını, nasıl bir baskı altında olduğunu, Ersöz'ü GATA'da tutamayacağını anlattı... Hoş bu bile tutuklanmaktan kurtaramadı, sonra kendisi de aynı mağduriyeti yaşadı...

***

Kartal Koşuyolu Hastanesi'nden Silivri Cezaevi'ne ambulansla götürülen Ersöz, buradan Silivri Devlet Hastanesi'ne sevk edilmişti. Coşkun, yaşadıklarını aktarmaya oradan devam etti:

- Doktor muayenesini yaparken, idari personelden biri gelip kulağına bir şeyler fısıldadı. Cezaevine göndermesini istiyorlardı. Tedaviye uygun bir hastaneye sevkini engellemeye çalışıyorlardı. Baş başa kaldığımızda "Ben bu mesleğe başlarken bir yemin ettim" dedi doktor;

"Sevk etmezsem adam ölecek. Ben bu sevki yapacağım ama biliyorum ki diyetini de ödeyeceğim..."

O doktor üzerindeki ağır baskıya boyun eğseydi müvekkilimi öldüreceklerdi!

Haseki'ye sevkimiz meslek onuruna sahip çıkan bir doktorun kişisel çabasıyla gerçekleşti ama orada da gerekli ünite yoktu; Cerrahpaşa'ya gönderilmesi gerekiyordu. Haseki'deki yetkili doktor "Gitmesi gerek biliyorum ama gönderemem. Biz Paşa'mızı tanıyoruz, biliyoruz ama yapabileceğim hiçbir şey yok. Elimden gelen bir katın yarısı boşaltıp gerekli tedavi ortamını burada yaratmak..." diye açık açık itiraf etti hukukun "can alma" aracına dönüştürülmek istendiğini...

Ve benim müvekkilim, doktorlara tedaviyi dahi yasaklayan o baskı yüzünden gördüğünüz gibi sakat kaldı!

***

Çetin Altan'ı dinleyip "enseyi karartmayalım" iyi güzel hoş da...

İki gündür "en büyük eserleri" diye Ahmet ve Mehmet Altan cilalaması başladığı için not etmek elzem hale geldi:

- Peki ya hayatları? Onları karartalım mı? Onları karartanları unutalım mı?

Ersöz ve onun gibi daha yüzlerce insanın hayatını karartan hukuksuzluk, adaletsizlik, vicdansızlık, haysiyet cellatlığı çağını açan Taraf, iki gündür övmelere doyamadığınız Çetin Altan'ın yere göğe koyamadığınız "eserlerinden biri" olan Ahmet Altan tarafından sevk ve idare edilmiyor muydu?

Enseyi karartmayalım tamam da, günümüzü şekillendiren dünümüzü karartalım mı?

Çetin Altan'ın "Ve şahmerdan güm diye indi sonunda" diye alkışladığı darbeleri, o darbelerin olabilmesi için sokaklarda mısır gibi bomba patlattırılan gençlerin darağacında noktalanan akıbetlerini unutalım mı?

Enseyi karartmayalım eyvallah da, ya cumhuriyeti; biricik emanetini Ata'nın? Karartalım mı; karalatalım mı?

"2. Cumhuriyet" virüsünün günümüze Mehmet Altan'ın yani Çetin Altan'ın diğer büyük eserinin yazılarından yayıldığını yok mu sayalım?

Çetin Altan iyi kalem, usta kalem, dil cambazı; şuursuzluk olur bunların inkârı... Ama o kadar. Sonuçta "torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyorsak" vebali var...

Ölüm beraat değil tahliyedir fani dünyadan!.. Onun için, Allah taksiratını affetsin!..

Yazarın Diğer Yazıları