En değerli hazineyi öldürmek / Halim Bahadır

En değerli hazineyi öldürmek / Halim Bahadır

Aklı başında bir insan en değerli varlığını, onu hayatta tutan yegane hazinesini durmaksızın öldürür mü? Yanıt, ne yazık ki çoğu insan için "evet"tir.

Bu, muhtemelen gözünü kırpmadan uğruna hayatını tehlikeye atabileceğin en az çocuklar, anne baba kadar değerli olan zamandır. Hatta en değerli odur da denebilir. Zira o yoksa sen de yoksun! Bu durumda da anne, baba, çocuklar ve diğer sevilenler de olmayacaktır. Ve tuhaftır ki, bunu aklı azıcık başında olan herkes bilir. Ama yine de dehşetengiz bir şey yaparak kendisini var edeni öldürmekle geçirir ömrünü çoğu insan.

Sorarsın her halinden avareyim diye bağıran birine, "Nasıl gidiyor hayat" diye. Alacağınız yanıt çoğunlukla, "Ne yapalım usta, zaman öldürüyoruz işte"dir.

Ve bu faninin hallerinden anlıyorsunuz ki, seri katil gibi davrandığının asla farkında değildir. Kendisini var eden şeyi durmaksızın öldürüyor ve bu dünyada işgal ettiği yeri boşaltmak için gün sayıyor gibidir.

Oysa başka bir zaman yok. Başka bir ömür de yok. Geçen zamanın kopyası yok. Tekrarı yok. Ve şans çoğu kez bir kez çalıyor kapıyı. Çocukluk, gençlik, orta yaşlılık, geçti mi bir daha geri gelmiyor. Mesela 30 yaşında yapabileceğin ve de yapman gerekeni 70 yaşında yapamazsın. Zira eline yüzüne bulaştırıp maskara olmak vardır işin içinde.

Hayat çok kısa... Ve sevdiklerimizin hayatlarını kolaylaştırmak için yapılacak o kadar çok anlamlı şey var ki! Ama çoğumuz bunu dert etmeyiz. Bir yandan zaman gelip geçiyor diyerek karalar bağlayıp ölüm korkusuyla dehşete kapılmış halde cinnetin sınırlarında dolaşırken, diğer yandan bizi var edeni kalbinden bıçaklayıp dururuz. Ve sonra da nedenini bilemediğimiz mutsuzluklara gark ederken kendimizi, şaşırıp kalırız buna...

BEYEFENDİ

Otobüste garip yer kavgası

Kadıköy yakasında bir uzun yol otobüsünde akşam vakitleri... Kasım ayı başları, hava açık ve ılık. Emekli olduğu halde, hala iki yakasını bir araya getiremeyen Beyefendi, yorgun bir halde, dikiliyor ayakta. Çok kalabalık değil otobüs. Bir süre insanları izliyor. İlginç bir durum yok diyor içinden ve cep telefonunu çıkarıp haber sitesinin birini taramaya başlıyor.

Birkaç dakika sonra ahalisinin genellikle 60 yaş ve üzeri olduğu otobüste, yaşı altmışın ortalarında bir kadının yüksek perdeden yaşıtı bir erkeğe çıkıştığına tanıklık ediyor. Kadın kendisini çağdaş biri olarak takdim ettiğine inandığı gazetesini özenle ama hızla katlıyor. Bir ayakta dikilen 70 yaşlarındaki kadına, bir de iki bayanla yan yana oturup kendi halinde seyahat eden erkeğe bakıyor ve veryansın ediyor:

"O devirler geçti efendi! Hala ne oturuyorsun? Baksana yaşlı bayan ayakta dikilmek zorunda kalıyor. Neden yer vermiyorsun bayana? Derhal kalkıp yerini ver!"

Şaşkına dönen adam birkaç saniye sonra kibarca yerinden kalkarken, "Tabii ki hanımefendi, elbette. Farkında değildim. Bayan otursun" diyor.

Bu kez ayaktaki bayan giriyor hışımla söze:

"Siz ne diyorsunuz hanımefendi! Ben bir kere yaşlı değilim. Asıl önemlisi ise kadın-erkek eşitliği diye yırtınıyorsunuz, ama erkekler bize yer vermeliymiş. Yok efendim. Ne yer vermesi. Eşitsek eğer ben ayakta dururum. Hem siz ne hakla bana oturacak yer temin etmeye çalışıyorsunuz?"

Kadın öfkeyle katladığı gazetesine yöneliyor. Erkek kısa bir bocalamanın ardından oturuyor yerine. Ayaktaki kadın da asık bir yüzle dışarıdaki manzarayı seyre dalıyor.

İŞTE O KADAR

Affetmek geçmişi değiştirmez, ama geleceğin önünü açar.