Emanete hıyanet teklifi

Derler ki "o güne kadar" ideolojik ilhamları başka başka olsa da söz konusu vatan olunca aynı cephede buluşabilme kabiliyetine sahipti Türk gençleri. "Sağ" ve "sol"un arasına "kan" girmemişti. Hoş, zaten aslen hiçbirinin adresi "sağ" yahut "sol" değildi. "Emperyalizme karşı" ve "tam bağımsızlık" uğrunaydı mücadeleleri.

2. Dünya Savaşı'nın bitiminden itibaren, Doğu Akdeniz'den başlayarak Orta Doğu'nun içlerine kadar nüfuz eden "sömürgeleştirme" faaliyetlerinden dolayı "millî tepki"nin hedefi olan Amerikan 6. Filosu'nun İstanbul'a gelecek olması, memleketin "Amerikan üssü"ne dönüştürülmesine/"mütareke kafasına" karşı çıkanlarla, işgal askerlerinin keyfi için genelevleri dahi boyatan celladına aşık, müstemlekecilerin arasını açmış, "millî"-"gayrimillî" ayrımı iyiden iyiye netlik kazanmıştı.

Türk gençliği kararlıydı; Türkiye Cumhuriyeti, Amerikan emperyalizminin ileri karakolu, taşeronu, eşik bekçisi olmayacaktı. Bu her nevi siyasi etiketin rafa kaldırıldığı ortak bir karar, ortak bir tavır, bugünün -bende alerji yaratsa da- moda ifade biçimiyle "ortak akıl" yansımasıydı.

Mani oldular.

Çarşaf çarşaf yazılarla, bildirilerle, dövizlerle;

"Ülkemizin geleceğinden sorumluyuz" diyen gençleri -ve bunu dedikleri için- "devlete saygısızlık etmekle" suçladılar.

Amerikan askerlerini, tam da 1 Mart tezkeresi tartışmaları devam ederken Irak'ın işgalini "demokrasi getirecek" diye savundukları gibi; "dost ve müttefik olduğumuz için geliyorlar... Onlara karşı girişilecek her hareket kanuna, millî iradeye ve çoğunluk kararlarına karşı çıkmaktır" diye alkış, tezahüratla karşıladılar.

ABD'nin ali menfaatlerini korumak uğruna cihat çağrısı yaptılar; öz evlatlarınızdı "düşman" olarak konumlandırdıkları.

Ve "kan"la sulandı bir kuşağın duyguları.

Cinayetlerini, aslen, aynı o gençler gibi antiemperyalist hislerle dolu milliyetçilerin üzerine yıktılar; sinsiydiler ve alabildiğine kalleş!

Sonrası malum; karpuz gibi yarıldık ve bir daha hiçbir zaman gerçek bir bütün olamadık bu ülkede, mahallemizde, sokağımızda, okullarımızda ve dahi evimizde, kendi ailemizin içinde...

Hiçbir zaman "yan yana" durmayı beceremedik bir daha; hep o "yarıldığımız" yere çalıştılar, hep oradan kaşıyarak, kanatarak böldüler gönüllerimizi, zihinlerimizi...

Tam da bunun, bugün mumla aradığımız o duygunun yıkıcısı, dönemin baş Amerikanperestlerinden biri ironik biçimde "dindar anayasa" talep ediyor bugünlerde.

Yahu ezanı haça ipotekleyen sen değil miydin 68'lerde?

***

"Anayasanın gözlerde büyütülmesi yanlış"mış;

Ülkedeki egemenlik haklarının kullanım yetkisini düzenleyen -hali hazırda devlete, bunların zinhar gerçekleşmesine izin vermeyeceğimiz zifiri zindan rüyalarında sahte peygamberden hallice şeyhülislamlara devri umulan- sözleşme o "büyütmeyin" dediği Anayasa. Hukuk sisteminin en tepesinde.

Şöyle izah edeyim;

Diyelim ki "Anayasa'yı fazla büyütmediniz"; kanunları eğersiniz, bükersiniz, hukuku guguklaştırır, sopa gibi kullanır memleketi pekala bir hırsızlar imparatorunun iki dudağına tahvilleyebilirsiniz?

Anladınız mı dertlerini?

"Anayasa devletin yönetim biçimini belirtir." Onu fazla büyütmezseniz, ha demokrasi olmuş, ha teokrasi, ha oligarşi...

***

Geçin hepsini...

"...Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;

Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;

Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;

FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,

TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur" der Türkiye Cumhuriyeti anayasası.

"Emanete hıyanet" yani teklif ettikleri!

Yoksa en başta dediğim gibi ezanı haça ipoteklemeyi cihat sayan bir kafadan din dersi alacak değiliz; laiklik işin maskesi. "Laiklik" giderse "seküler devlet sistemi" değil Anayasa'da devletin şeklini düzenleyen "değiştirilemez maddeler" olacak gedik açılan surun ismi...

Laiklik giderse, "demokrasi" de gider, "hukuk devleti" de gider, dil de, bayrak da, başkent de gider; "bir kereden bir şey olmaz" mı, olur mu "deneme" lüksüne sahip değiliz hiçbirimiz. "Son vatan parçası"ndan başka kalmadı hiçbir şeyimiz...

Yazarın Diğer Yazıları