Elimizden gelen başka hiçbir şey yok çünkü şu dakikada!...

Çünkü; fıtratımıza göre kimimiz bir kurmay subay, kimimiz bordo bereli, kimimiz stratejist, kimimiz analist, kimimiz millî hislerin tercümanı kesiliversek ve kâh "bölgenin coğrafi durumu" üzerine bin harita çizsek de zihinlere, kâh bedduanın kralını etsek, kâh hesap sorsak, kâh uyandırsak da yüz yıllık vurdumduymazlığı; yürekleri dağlasak da, gözyaşına boğsak da kim varsa karşımızda, bütün yapabildiğimizin somut karşılığı bundan başka bir şey değil aslında;

Veryansın!

Ha etmeyelim mi?

Edelim, en azından bunu yapabilelim!

Ki görsün "hazmettiremediği" birileri var hâlâ bu topraklarda!

Değil patavatsızlığın, pervasızlığın, ağzından çıkanı kulağı duymama halinin daniskasına ulaşmak;

Çıkıp da milyonlarca canı yanan insanın yarasına basmadan zehirli hadsizliğini, bir de değil iki kere düşünsün; o elini, belini, dilini denk alsın bundan sonra!

***

-Yazı anı itibarıyla- 24 saati aşkın süredir maruz kaldığımız işkencenin hakkını veremeyebilir bugün cümlelerim; çünkü en nihayetinde ben de, değil ki Dağlıca, daha Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar, Kocatepe şehitlerinin hakkını verecek haysiyet düzeyine erişememiş, "Cumhuriyet"e savaş açıp saltanat ilan edenlere iktidar teslim etmiş, bayrağına "eş-bayrak" diye semalarında paçavra dalgalandıranlara -ister emanet ister ebed müddet helal ederek fark etmez- oy vermiş, verebilmiş bir toplumun üyesiyim!

"Bizim gibi" yazabiliyorum; darmadağınık...

Şaşkın... Kızgın... Üzgün... Şokta... Ama çok alışık... Tahammülsüz... Ve fakat "vatan sağ olsun"... İsyankâr... Ama sağduyulu da olmak lazım tabii... Ne mantık ne duygu bağı aramayın bir önceki satırla bir sonraki arasında!

Veryansın edip sonra da "yansın Dağlıca, yıkılsın saray" diyerek tutunabileceğim bir ümit düşer mi diye boş boş; herhangi bir akıl hastanesinin bahçesinde oturan o donuk bakışlı "kaçık" değil "kaçak"ları gibi bu ruhsuz toplumun; bakıyorum işte ben de öyle ekrana!

Delirdim ve mümkünse tedavi ettirmeyin; hiç değilse "cezai ehliyeti yoktur" kontenjanından haykırabileyim:

***

Yıl: 2009

Yer: Oslo

"Sabri Ok: Bizim güçler her tarafta var onu söyleyelim. Türkiye'nin her tarafında var Karadeniz'de de var Toroslar'da da var.

A. G (MİT Müsteşar Yardımcısı): Biliyoruz metropolleri de doldurdunuz bu arada, patlayıcılarla doldurdunuz.

Sabri Ok: Yok canım.

A.G: Hepsini biliyoruz."

Bunun gibi daha onlarca itirafı içeren "AKP-PKK müzakeresi"nin kamuoyunda açıklandığı yıl: 2011!

Türkiye'de yaşayıp da son 5 yıl içinde arada sırada haber izlemiş, gazeteye bakmış, çarşı-pazarda konuşulana kulak kabartmış herkesin; tabiri caizse sağır sultanın bildiği bu "gerçek" ortadayken, çıkıp da "aldatılmış" yahut "aldatıldığını henüz fark etmiş" gibi "PKK, çözüm sürecinde silah stokladı" diyemez hiç kimse!

Sen hiç diyemezsin!

PKK'nın bu devletin altına dinamit döşediğini bile bile linç ettirdin terörle mücadele edebilecek bilgi birikimi, pratik tecrübe, cesaret ve hepsinden önemlisi vatanseverliğe sahip Türk subaylarını -resmi olarak 2010'da başladı çünkü Türk Ordusu'nun özel yetkilendirdiğiniz hukuk eliyle bertarafı-!

***

Üzülme, seni günah keçisi yaptırmayacağız! Tek başına etten ve kemikten bedeninin tasfiyesi yetmez çünkü; toptan fikirlerinin tasfiyesi lazım gün yüzü görmesi için bu millete!

Çünkü tek sen değil, şimdi bu kan deryasından tahtını yapacak kütük kapmak üzere aportta bekleyen o "kardeşin" var ya; sütten çıkmış ak kaşık gibi çağrılar yayınlayan hani...

O da biliyordu!

Son 2 yılda değil; şimdi adlarını duymaya tahammül edemediğin "12 kötü aydın(!)"la Pandora'nın Kutusu'nu açtığın 2009 yılında cephaneliğe dönmüştü Güneydoğu illeri!

"Hasan Abi"nler; "Ankara aktarmalı olarak"; "kardeşin"in ya isteği, ya izniyle soyunurken Kandil ulaklığına ve topluma "silah yok gelincik var, gül motifli patikler var" masalları anlatırken, velhasıl liberal canlı kalkanlarıyla "tabu yıkmaca" oynarken "kardeşin" döşeniyordu o tonlarca patlayıcıyı altımıza!

Hiç "güzel şeyler" olmadığını bildiği halde gözümüzün içine baka baka, neye güldüğünü bir türlü anlayamadığımız o şen haliyle yalan söyledi!

***

Önceki gece, askerimizin -en iyi ihtimalle(!)- akıbeti meçhul halinden haberdar olduğu halde "hoplayan, zıplayan adam"ın yüzünde de vardı aynı "neye gülüyor acaba" diye kahrettiren ifade!

O an en çok şunu sormak isterdim kendisine;

- Sen 400 kilo C4 ne demek farkında mısın? Nasıl yakar, nasıl kavurur, nasıl parçalar en ufak bir fikrin var mı? Hiç "patlatılan" o çocukların son halini gözünde canlandırmaya çalıştın mı? Yaptıysan, "bile bile" nasıl öyle gülücükler saçabildin çevrene? Nasıl elverdi için? Nasıl cüret edebildin başka babaların katlinin gazabından kendini o şehit evladının minicik bedeninin arkasına saklayarak korumaya!

Gayri nizami harbin batsın; nizamisini şakıttın, terör örgütünü halt ettin de mi sırayı bize getirdin!

"Adem-i merkeziyet" dedin; devletin bütünlüğünden ziyade "birey"in hali pür mealiydi güya derdin; söyle, dağ gibi emanet aldığın çocuklarımızı ailelerine bir ceset torbasının içinde dahi olsa bütün halde teslim edebilecek misin?

***

Şu dakika, o en kutsal makamları bile esir haldeki şehitlerimizle birlikte, "kıstırılmış" askerlerimizin de olduğu haberleri gelirken... Kurtarma timlerimizin çıktığı yolculuğun bile ölüme olduğu yönünde bilgiler yağarken "bölge"den... Ben, alelade yetkisiz bir vatandaşı olarak bu ülkenin, askerlerimizin çaresizliklerini, sahipsizliklerini düşündükçe başıma ağrılar saplanırken, eşin dostun mutluluğundan çıkarırken hırsımı, ilkokul çocuğu yeğenimin oyununu sindiremezken 'niye yeterince farkında değil olup bitenin' diye, yaprak gibi titrerken zangır zangır oturduğum yerde hiçbir işe yaramıyorum diye, sizde bu nasıl bir utanmazlıktır böyle!

Bence siz hepiniz önce bir iman tazelemelisiniz!

"Allah korkusu" dediğimiz o fren sistemini bir kontrol ettirmeli sonra da kesmelisiniz artık sesinizi!

Bir daha sakın ola "büyük devlet" dememelisiniz mesela;

Yerin dibine batırdınız bir vakitler vardıysa da!

Askerinin, bir terör örgütünün varlığından haberdar olduğu silahlarıyla katledilmesini izleyen bir "büyük devlet" olmaz... Bir gece ve bir gün boyunca, katledilen askerlerinin cenazelerine ulaşamayan bir "büyük devlet" olmaz... Yaralı askerini hastaneye taşıyamayan; itin çakalın caninin zulmüne terk eden "büyük devlet" olmaz... Şehitlerinden korkan bir "büyük devlet" olmaz... Milletinden saklanan "büyük devlet" olmaz... Günahlarının vebalini ödeyemeyecek kadar zayıf olmaz "büyük devlet"; yaptıklarının bedelini ödemekle çökmez "büyük devlet"!

Gelin görün ki...

Askerinin pusuda olduğunu bile bile köşkte ahkâm kesen bir başkomutanın oyun evine dönüp de büyüğünü bırakın, kör topal ayakta kalabilen devlet de olmaz!

Onun için...

"Bir siyasi parti 400 milletvekilini yakalayamadığı için" yani tersten okursanız "bir siyasi parti 400 milletvekilini yakalayabilsin" diye mi bunca ihanet, bunca cinayet..

Terörün amacına ulaşmasına fırsat vermeyeceğiz o zaman!

Ülkeyi, saatlerce, sırf evlatlarınızın imdat çığlıklarını, tekbirlerini, kelime-i şehadetlerini bastırmak için alkış kıyamet tezahürata boğup da acziyetleri ayyuka çıkınca "süt dökmüş kediler" toplantısı yapanları; 400 değil 40 milletvekilini daha hayal edemeyecekleri bir vicdani sürgüne göndereceğiz "büyük millet" olarak!

Bu milletin büyüklüğünü gösterdiği o gün; korkmayın, hiç kimse Sivas'ın ötesine gömecek kadar küçültemez devletini de;

Sığmaz...

Yazarın Diğer Yazıları