Eleştiri candır; gerisi heyecandır!
AKP, 7 Haziran 2015 akşamı yüzde 40.8 oy oranıyla sandıktan birinci parti çıktıktan sonra ilk ne yaptı hatırlıyor musunuz?
Yüzleşti.
Hâlâ birinci partiydi, ama ortada 8 küsur puanlık bir oy kaybı ve paralelinde "tek başına iktidar"dan olmak gibi bir "durum" vardı.
Bu "durum" karşısında deve kuşu gibi başını kuma gömmedi.
Gazetecileri çağırdı, akademisyenleri çağırdı, stratejistleri çağırdı, -bize göre kerameti yandaşlığından menkul olabilir- "akilleri"ni çağırdı. Ve onlara dedi ki;
- Eleştir kardeşim!
- Beni eleştir; acımasızca. Kıvırmadan, dümdüz. Dürüst ol. Çekinmene gerek yok, ne görüyorsun, ne duyuyorsun söyle. Biz nerede hata yaptık? Ne oldu da böyle oldu?
Bakın herhangi bir kurum değil; uçurumdan aşağı yuvarlandığını fark ettiği anda can havliyle eleştiriye tutunan, memleketin eleştiriye en tahammülsüz varsaydığımız siyasi organizasyonu!
Dışa dönük her türlü anti-demokratik uygulamasına rağmen ironik biçimde kendi içinde şifa niyetine demokrasiye sarılmak, aklı, fikri, düşünceyi, en önemlisi vicdanı hürleştirmek ve karşındaki her ne diyor olursa olsun dinlemek, "gerçek"le tokatlanmayı hazmedebilmek değil sadece marifet. Bir de şunu yaptı AKP, 7 Haziran'dan 1 Kasım'a kadar geçen sürede:
Beyin fırtınası.
Partisindeki bütün kliklerin, fraksiyonların(!), ekollerin temsilcisi durumundaki deve dişi gibi isimleri bir odaya kapattı ve "buyurun" dedi;
- Durum bu, bu, bu... Oturun, konuşun, anlaşın; ne yapmak lazım?
Hani o Nokta'ya erişim yasağı getirilmesine neden olan "AKP Günlükleri" var ya; bu derece "mahrem" bir meselenin dışarıya sızabilmiş olmasınaydı öfkeleri. Yoksa o toplantılar yapılmış ve o sert tespitlerin tamamı, gerçekten de dillendirilmişti kendi içlerinde. O "en tek adam partisi" varsaydığımız AKP'de "bile", "Erdoğan geri çekilmeli" diyebilmişti parti yöneticileri.
Ve hiçbirinin ihraç edilmemiş olması, hatta her birine ayrı ayrı "dön" çağrısı yapılması, "cankurtaran" gibi hissettirilerek onore edilmeleri, listelere en tepeden giriş yapmaları filan bir yana, en "lafının üstüne laf söyletmiyor" varsaydığımız Erdoğan -mevzu bahis AKP'nin kaybını yeniden kazanca dönüştürmek diye- riayet etti oluşturulan bütün söylenenlere. Pekala "Ben ki bu partiyi üç kere tek başına iktidar yapan adam; bilmiyor muyum bunları, sizin kadar aklım yok mu?" deyip ayak direyebilirdi; ama "boyun eğdi" ve dikkat ettiyseniz hiç olmadığı kadar geri çekildi. Muhtarlarla buluşmalarını saymazsak neredeyse hiç sahaya inmedi; "kampanya başı"lık yapmadı.
Hani şimdi diyorlar ya;
- Aman susun düşmanı sevindirmeyin, ellerini ovuşturmaya başladılar, fırsat vermeyin...
İyi, güzel de...
1 Kasım'dan sonra AKP yanlısı gazetelerde yayınlanan o özeleştirileri, "havuz"dan taşan itirafları getirsenize gözünüzün önüne... AKP'nin siyasi rakipleri, "muhalifleri", ovuşturmuyor muydu ellerini? AKP içinde pusuya yatanlar yok muydu? "Gayrı iflah olmaz" demiyor muyduk görüp de "parçalanma"ya ne kadar yaklaştıklarını?
Ne oldu?
Adamlar sırf bu özeleştiriler, itiraflar eliyle küllerinden doğdu.
Çünkü hiçbir AKP'li çıkıp da "aslında başarılı" numarası yapmadı, başta seçmen kimseyi suçlamadı. O "beyaz Toros"lu tehditlerinin bile üzerini örten bir "eyvallah"çı moda geçildi:
- Siz haklısınız... Bizim de çok yanlışımız oldu... Hatalarımızın farkındayız...
Geri vites yenilgi demek değildir ki; galibiyet hamlelerinden biri de olabilir bazen, doğru zamanda, doğru yerde başvurabilirsen.
Bu "Batı'nın tekniğini alın ama kültürüne kapılmayın" gibi bir şey; AKP politikalarıyla sonuna kadar mücadele edin, edelim zaten ama "siyasi parti olmak" konusundaki başarısından da "kıssadan hisse"ler çıkarın kendinize artık; -"Saldırı", "iftira", "hakaret", "hadsizlik", "densizlik", "nefret kusma ritüelleri" demiyorum- "eleştiri müessesesi'ni işletip su yüzüne çıkardığı yanlışların yerine doğruları ikame edebiliyorsanız, hasarları onarabiliyorsanız, yaraları sarıp sarmayabiliyorsanız, isteyen istediği kadar ovuştursun ellerini, kim, nasıl, ne kadar, ne için tehdit olabilir ki!
İnkâr haksızlık olur; MHP 7 Haziran'dan sonra ideolojik anlamda çok doğru bir yerde konumlandırmıştı kendini;
"Türkiye Cumhuriyeti değerleri, toprak bütünlüğü, milli birlik" gibi kaygıları olan "tek parti" olarak kalmıştı ve bu haliyle hem AKP, hem CHP'nin hitap ettiği seçmen profilleri için tutunabilecekleri tek alternatifti.
Ama...
Çok doğru/gerekli olan hassasiyetleri ifade ederken taktik hatası yaptı. Ve bu hatanın bedelini koca bir milletin ödemek durumunda kalacağı, bizzat MHP liderinin ifadesiyle 'şimdiyi de arayacağımız' günler kapıdayken vebali bulunan "hiç kimse" zeytinyağı gibi üste çıkma lüksüne sahip olamaz. Mesele bundan ibaret.
Bu kadarını da söylemeyelim mi yani?