ÜMİT KARADAĞ / YENİÇAĞ
Korona virüs salgını öncesi ciddi sıkıntılar yaşayan Türk ekonomisi, salgının ardından daha da çıkmaza girdi. Yaklaşık bir aydır binlerce iş yeri kepenk kapatırken, 'işsizler ordusu' da her geçen gün büyüyor.
Ekonomist Şevket Apuhan, salgının hem küresel hem de ulusal çaptaki ekonomiye yansımalarını Yeniçağ'a değerlendirdi.
Korona virüs ile ilgili komplolar ya da iddialar diyelim çok şey konuldu. Kimileri Çin’deki hayvan pazarlarında satılan ürünleri işaret etti, kimileri laboratuvarlarda üretildiğini ileri sürdü. Geçmişte yayınlanan bazı dizi, belgesel, dergi ve kitaplar gündeme geldi. Amerikalı avukat Larry Klayman ve onun avukatlar grubu Freedom Watch, Çin’e karşı 20 trilyon dolarlık tazminat davası açıyor. En son Brezilya Eğitim Bakanı Abraham Weintraub'dan da dikkat çeken bir yorum geldi. Korona virüsle ilgili "Çin'in dünyayı ele geçirme planı" dedi. Siz ne düşünüyorsunuz?
Elbette bu tarz büyük bir olayın arkasında bazı güçlerin aranması normaldir. Şu an içim bu salgını kimin başlattığını ya da normal bir salgın mı olduğunu söyleyecek kadar bilgi henüz elimiz de yok; ama çıkış sebebi ne olursa bu salgın üzerinden bir küreselci-millici savaşı başladığı da açıktır. Şu an elinde para bulunan ülke Çin ve sarsılan piyasalar sonucu bir çok ülkenin değerli şirketlerini ucuza alabilmek yetisine sahip. Aynı zamanda salgının çıkış sebebi ne olursa olsun, Çin'in ve Dünya Sağlık Örgütü'nün çok uzun süre dünyaya hatalı bilgiler verdikleri de çok açık.
Her ülke salgın nedeniyle mağdur olan vatandaşları için destek paketi açıkladı. Türkiye’de AKP hükümetinin açıkladığı paketin ‘yetersiz’ ya da diğer ülkelerle mukayese edildiğinde ayrılan miktarın az olduğu yorumları yapıldı. Siz iktidarın destek paketini hem işveren hem işçiler hem de işsiz vatandaşlarımız için yeterli buluyor musunuz?
Her ülke gücü nispetinde destek paketleri açıkladı. Burada dikkat edilmesi gereken şu: Gücü nispetinde. Türkiye de yardımı gücü yettiğince açıkladı. Gücümüzü görmüş olduk. Burada sorgulanması gereken neden bu kadar güçsüz kaldık. İktisadi olarak Türkiye neden tam anlamıyla konuya müdahil olamadı. Yardım paketleri de açıklandı ancak şu an bu yardımlar tam olarak hayata yansımış da değil. Şunu söylebiliriz ki bu yardımlar ne iş vereni kurtarır ne de çalışanın derdine çare olur. Hem karşı karşıya kaldığımız büyük bir kriz hem de bizim bu kadar büyük bir krize cevap verecek iktisadi gücümüz yok.
Ankara’da Mansur Yavaş’ın "6 milyon Tek Yürek", İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun "Birlikte Başaracağız" bağış kampanyaları İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sürpriz bir genelgesiyle engellenmişti. Böylesine küresel bir salgınla mücadelede Türkiye’nin en büyük belediyelerinin, bağış toplama yetkileri yok gerekçesiyle ‘saf dışı’ bırakılması ne kadar doğru? Keza birçok hukukçu Anayasa’nın 127.maddesini, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu hatırlatarak belediyelerin bağış toplamasında bir engel olmadığı yönünde görüş belirtiyor.
Yardım kampanyasını belediyelerden önce iktidar başlatmış olsaydı ben de sonradan olaya müdahil olan belediyeleri bu konuda hatalı görürdüm. Ancak burada önce yola çıkan belediyeler oldu. Yani bakanlığın kampanyası belediyelerin ardından geldi. Şu ortamda bile bu yapılanları çok ayıp karşıladım. Kanunların da ötesinde bırakın belediyeler de çalışsın. Hatta kanunlar izin vermiyorsa siz imkan verin. Şimdi burada biz krizle mi mücadele edeceğiz yoksa birbirimizle mi? Sanırım iktidar bu konuda da tam karar vermiş değil.
Biraz da AKP iktidarının "Biz bize yeteriz Türkiyem" sloganıyla başlattığı bağış kampanyasını konuşalım. Kamuoyu tarafından çok tartışıldı, “biz devletten destek beklerken, devlet bizden bağış yapmamızı istiyor” yorumlarına neden oldu. Oysa bağış kampanyasından birkaç gün önce Kanal İstanbul projesinin ihalesi yapılmış, görevden alınan eski Bakan Cahit Turan “Türkiye Cumhuriyeti'nin, salgınla mücadele ederken üretim ve yatırımları da yapabilecek güçte” olduğunu söylemişti. O zaman akıllara ‘neden bağış topluyorsunuz’ sorusunun gelmesi normal değil mi?
Bakın orada başka bir nokta var. O noktayı yakalamak gerekiyor. Oradan toplanacak para Türkiye için önemli bir miktar değil. Ben öyle sanıyorum ki yıllardır dünyada en çok devlet ihalesi alan şirketlerden yardım alınarak halka aktarılmak ve bu yolla bakın bu ihaleleri verdik; ama sizin için yardım yoluyla bu paraları geri alıyoruz gibi bir hava yaratılarak sosyal bir rahatlama sağlanmak istendi. Yine de içimize sindi mi? Hayır tabi ki sinmedi. Sebebi ne olursa olsun, devletin bu tip kampanyalar içinde bulunmasını bir vatandaş olarak hoş karşılamıyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Tekalif-i Milliye” çıkışına muhalefet cephesinden sert eleştiriler gelmişti. Siz de takdir edersiniz ki Sayın Cumhurbaşkanı ‘nın konuşmalarında Cumhuriyet’in kuruluş dönemi de dahil AKP iktidarı öncesi pek hayırla yad edilmiyor, “çömez Türkiye, güçsüz ülke, eski Türkiye” ifadelerine sık rastlanıyor. Bağış kampanyasında sizce neden Cumhuriyet’in kuruluş dönemi ve Atatürk vurgusu tercih edildi?
Kuruluş ayarları can kurtarır. Telefonlarımız, bilgisayarlarımız kitlendiğinde, sistem işlemez olduğunda ne yaparız? Kuruluş ayarlarına geri döndürürüz. İktidarı oluşturan güç merkezlerinin Atatürk'ü sevmediklerini hatta bir milli mücadele verildiğinden de emin olmadıklarını ya da kurucu fikre ve kurucu kadrolara mesafeli olduklarını biliyoruz. Ancak Türkiye başka türlü yönetilemez. 15 Temmuz'da FETÖ'cü hainler darbeye kalkıştıklarında da her yerde Atatürk posterleri ve Hakimiyet Milletindir afişleri görmüştük. Zor zamanlarda kuruluş ayarlarına dönmekten başka çare yoktur. Eğer bu ülke de birlik sağlayacaksanız, meşruiyetinizi tazeleyeceksiniz yolu budur.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın geçtiğimiz yıl Ekim ayında açıkladığı 2020-2022 yıllarını kapsayan Yeni Ekonomi Programı’nda dolar kuru tahminleri 2020’de 6.00 TL, 2021’de 6.40 TL, 2022 yılında da 6.74 TL olarak öngörülüyordu. Henüz 2020 yılının Nisan ayındayız ve Dolar 6,68… Altın da aynı şekilde yükseliyor. Bundan sonraki süreçte neler olur?
Bu hedefler zaten tutmayacaktı; ancak şunu da belirtmeliyiz ki kriz çok büyük. Daha da kötüsü bilinmezlik had safhada. Yani şu zamana kadar bütün programlar ve hedefler tutsaydı da bundan sonra zaten tutmayacaktı. İçerisinde bulunduğumuz ortamda bazı tedbirler alınacaktır. Olağanüstü durumlardan olağanüstü çözümlerle çıkılabilir. Bu çözümlerin başında da kambiyo rejiminin yeniden ele alınması geliyor. Yakında bunu göreceğiz. Bu belirsizlik ve güvensizlik içinde piyasalar tabii ki bir çok felakete gebe ve bu bize özel de değil. Bütün dünya için geçerli. Burada önemli olan bu sorunları nasıl çözeceğiz. Çözüme odaklanmak gerekiyor.
Salgının ardından yaşanan krizden Türkiye’nin çıkabilmesi için Merkez Bankası’nın para basması gerektiğini söyleyen ekonomist sayısı her geçen gün artıyor. Enflasyonun yüksek olmasına rağmen bu riskin göze alınmasının zaruri olduğuna dikkat çekiyor. Gerçekten Merkez Bankası’nın para basması Türkiye için çare olabilir mi?
Şu an çarelerin başında piyasaya para sürmek geliyor. Helikopterden çuvallarla para atıp, halka alın harcayın demedikçe bugün için para üretimi önemli bir adım olarak öne çıkıyor ve yine içinde bulunduğumuz şartlarda enflasyonu arttıracak bir adım olarak gözükmüyor. Bu paranın nerede, nasıl kullanılacağı önemli. Doğru yerde doğru şekilde kullanılırsa zaten bir sorun olmayacaktır.