Ekonomist Mahfi Eğilmez, kişisel blogunda Cumhurbaşkanı Erdoğan''ın yıllar önce kullandığı “faiz enflasyonun nedenidir” ifadelerini değerlendirdi.
Eğilmez, enflasyon ve faiz ilişkisini neden sonuç ilişkilerine bakarak değerlendirmek gerektiğini söyleyerek, 5 maddede sıraladı.
Eğilmez, madde madde şöyle anlattı:
1) Tek bir neden tek bir etkiye ve tek bir sonuca yol açabilir. Para arzında, reel büyüme ve enflasyondan daha yüksek bir artış enflasyonun yükselmesi sonucunu getirebilir. (2) Tek bir neden birden fazla etkiye ve dolayısıyla sonuca yol açabilir. Dış kaynağa ihtiyacı olan bir ekonomiye döviz girişi azalırsa bu, kurların yükselmesine ve o da enflasyona yol açar. (3) Birden fazla neden ortak bir sonucun ortaya çıkmasına yol açabilir. İşsizlik artar, kamu giderleri azalır, ekonomik aktivite düşerse büyüme de düşer. (4) Bir nedenin yarattığı etki bir başka nedenin ortaya çıkmasını etkileyebilir ve bu iki neden birleşerek bir sonuç yaratır. Buna ‘zincirleme nedensellik’ deniyor. İşsizlik artışı, GSYH düşüşüne o da ekonomik büyümenin gerilemesine yol açar. (5) Kısır döngü oluşturan neden – sonuç ilişkisinde başlangıçta bir neden olmakla birlikte zaman geçtikçe sonuç da neden olmaya başlar ve hangisinin neden hangisinin sonuç olduğu karışır. Yukarıdaki örneği bir kez daha ele alalım. İşsizlikte artış başlarsa bu, ekonomik büyümenin gerilemesine o da GSYH düşüşüne yol açar. Diyelim ki ilk aşamada bir nedenle işsizlik artmış ve bu talep azalmasına yol açmış olsun (işsiz sayısı artacağı için gelirler azalacak ve sonuçta toplam talep düşecektir.) Bu durumda büyüme de düşecek ve dolayısıyla GSYH gerileyecek demektir. Büyümenin düşmesi ekonomik aktivitenin azalmasına ve dolayısıyla yeni bir işsizlik artışı dalgası ortaya çıkmasına yol açacaktır. Bu bir süre bu şekilde devam ederse işsizlik artışının mı büyüme düşüşüne yoksa büyüme düşüşünün mü işsizlik artışına yol açtığı ayırt edilemez hale gelebilir. Burada artık hangisinin neden hangisinin sonuç olduğu karışmış, neden sonucu, sonuç ta yeni bir neden haline dönüşerek nedeni tetiklemeye başlamış olur. Bu yüzden buna ‘kısır döngü oluşturan neden – sonuç ilişkisi’ diyoruz.
Eğilnez, Türkiye''nin enflasyon konusunda yaşadığı sorunun faizle uğraşarak değil enflasyona neden olan olguları ortadan kaldırarak çözülebileceğini söyleyerek şöyle devam etti:
"Türkiye’de kur artışının temel nedeni (başka nedenler de var) risklerin yüksekliğidir (CDS primi 659.) Yüksek risk ülkeye yatırım girişine engel oluyor, yerlilerin döviz talebini artırıyor ve kurun yükselmesine yol açıyor. Sonra kısır döngü başlıyor şemadaki şekilde çalışmaya. Türkiye bir yıldır enflasyon artışına karşılık faizi artırmayıp düşürdüğü için riskler daha da artıyor.
Yapılması gereken şey yüksek riske neden olan sorunların çözülmesidir. O zaman kısır döngü tersine dönecek olumlu döngü halini alacak. Ne var ki bu dediğimizin yapılması zaman alıcı ve kısa dönemde oy kaybettirici olduğu için siyasal iktidar, geçmişte defalarca denendiği gibi kısa vadede çözüme ulaşılacakmış gibi görünen kestirme yollara, sihirli görünen çözümlere başvuruyor. Bu çözümler kısa dönemde rahatlama getirmiş görünse de orta – uzun dönemde sorunların büyümesine yol açıyor. Bunların örnekleri şöyle sıralanabilir: (1) TCMB eliyle veya kamu bankaları ve kurumları kanalıyla piyasaya döviz satarak kura müdahale edilmesi. (2) Döviz almak isteyenlerin alımlarına (binde 2 oranında) kambiyo vergisi uygulayarak dövize talebin düşürülmesi. (3) Kur korumalı mevduat yöntemiyle faize ek olarak (TL’den geçenler için Hazine’den dövizden geçenler için TCMB’den) kur farkı ödemesi yapılması ve dövizden TL’ye dönüşlerin bu yolla özendirilmesi. (4) Bankaların, döviz mevduatlarını belirli oranlarda kur korumalı mevduata dönüştürememesini cezalandırarak TL’ye geçişlerin özendirilmesi. (5) Bankaları döviz satış kurlarıyla alış kurları arasındaki farkı açmaya zorlayarak döviz talebinin düşürülmesi. (6) Bankaların müşterileri için döviz alabildikleri elektronik platformun kapatılması suretiyle dövize talebin düşürülmesi. (7) Kredi kullananların aldıkları krediyi dövize çevirmelerini engellemek için onlardan taahhütname alınması. (8) İhracatçılara, elde ettikleri ihracat döviz gelirlerinin en az yüzde 40’ını yurda getirmeleri zorunluluğunun getirilmesi (önceden yüzde 25 idi.) (9) Bankalara yurt dışı bankalardaki döviz mevduatlarını Türkiye’ye getirmeleri yolunda telkinlerde bulunulması. (10) TCMB’nin yapılan düzenlemelere uyup uymadıklarına bakmak için bankaları denetlemeye başlaması ve bu yolla bankalar üzerinde baskı kurulması.
Türkiye’de enflasyonun temel nedenlerinden birisi (hatta birincisi) kur artışı (TL’nin dış değer kaybı) olduğu için bütün bu karmaşık eylemlerin tek amacı kur yükselişini denetleyebilmek. Başlangıçta bundan güdülen amaç faizi düşürerek enflasyonu düşürme tezinin haklı olduğunu kanıtlamaktı. Şimdilerde bunun yanına kur korumalı mevduata kur farkı ödememek de eklendi. Bütün bu karmaşık eylemlerin risklerin artması yolunda ters etkileri var. Örneğin kur korumalı mevduatın bütçe ve Merkez Bankası üzerine yüklediği gereksiz yükler kamu finansmanını zora sokuyor. Piyasalara bu kadar müdahale edilmesi, sermaye hareketlerinin denetlenmesine kadar varan müdahaleler, bırakın yabancı yatırımcıların gelmesini engellemeyi yerli yatırımcıların yatırımlarının da ertelenmesine yol açıyor. Döviz talebi üzerinde oluşturulan bu baskılar ve maliyetler tasarruf sahiplerinin döviz varlıklarını sistem dışına (banka veya ev kasaları) çıkarmasına yol açıyor.
Oysa bu karma karışık eylemlere girişmek yerine faiz neden enflasyon sonuçtur tezinden vazgeçip faizi (bırakın artırmayı) yüzde 19 düzeyinde bıraksaydık bugün ne kur bu düzeyde olacaktı ne de enflasyon.
2021 yılının Ekim ayında yüzde 2,39, Kasım ayında yüzde 3,51 ve Aralık ayında yüzde 13,58 oranında enflasyon olmuştu. Toplamı yüzde 19,5 ediyor. Şimdi bu aylarda enflasyon toplam yüzde 6 çıkarsa kabaca 13 – 14 puanlık bir enflasyon düşüşü olacak. Bu düşüşte uygulanan politikaların hiçbir etkisi söz konusu değil, düşüş tamamen baz etkisiyle olacak. Ne var ki bu düşüş yine faiz neden enflasyon sonuç tezine bağlanacak ve kendimizi son derecede pahalı ve gereksiz maliyetlerle kandırmaya devam edeceğiz.
Ne yazık ki Türkiye, sürekli olarak kendi kendine sorunlar yaratıp, gerçek çözümlerin zor olduğunu görünce bunları mucizevi yollarla çözmeye çalışan bilimden uzak bir ülke görünümü veriyor. O nedenle risk primi çok yüksek düzeylerde kalıyor. En büyük mucizenin bilimsel yöntemler olduğunu anlayana kadar bu görünüm devam edecek."