Edirne niçin sular altında?
Yazı başlığı soruya, “PKK terörü 30 yıldır niye bitirilemediyse Edirne de işte onun için sular altında” diye cevap versek yanlış bir şey söylemiş olmayız.
Edirne deniz seviyesinden 41 metre yükseklikte olmasına rağmen şehirler, tarlalar, yollar, evler velhasıl her yer metrelerce sular altında kalır ve böyle anlarda Edirne’nin sularla birlikte deniz seviyesinden yüksekliği kimi yerlerde 43 metreyi bulur. Sakın ola ki, “Olağanüstü şartlardır, ne yapılabilir ki?” denilmesin. Bu olağanüstü şartlar ne kadar olağanüstü olsa bile herhalde Hollanda’daki kadar olağanüstü değildir.
Atlantik Okyanusu’nun uzantısı Kuzey Denizi ile kıyısı bulunan Hollanda’nın yüzölçümü 417.526 km2’dir. Bu alanın yüzde 10’u göller, kanallar ve nehirlerle kaplı, 1/4’ü de deniz seviyesinin altındadır. Hollanda dediğimiz ülke, Edirne’nin Osmanlı’ya başkent olmasından 216 yıl sonra bağımsızlığını ilân edebilmiş, bu bağımsızlık da ancak Edirne’nin başkent oluşundan 283 yıl sonra, 1648 yılında tanınmıştır. Yani Edirne’ye göre dünkü ülke olan topraklarının önemli bir kısmı deniz seviyesinden aşağıda olan bu ülke insanı, sel ve su baskını gibi tabii afetlerle karşılaşmıyor. Meselâ, başkent Amsterdam deniz seviyesinden 4.5 metre aşağıda, bu şehrin havaalanının deniz seviyesinden alçaklığı ise neredeyse 7 metreye yakın, 6.7. m. İşte bu Amsterdam’ı sel basmıyor ve bu Amsterdam halkının evi barkı, işyeri, okulu, hastanesi sular altında kalmıyor amma, Amsterdam’dan neredeyse 283 yıl önce Osmanlı’ya başkentlik yapmış, İstanbul’un alınmasında önemli bir stratejik görev üstlenmiş deniz seviyesinden 41, Amsterdam Havaalanından 47.7 metre yükseklikteki Edirne’yi sular seller götürüyor.
Diyecekler ki, “Edirne iki nehir yatağının ağzında, komşu ülke barajlarının ayağı altında!” Kardeşim Hollanda da hem deniz seviyesinin altında, hem Avrupa’nın üç büyük nehrinin deltasında. Üstelik Amsterdam denize kazık çakılarak inşa edilmiş. Adamlar setlerle korunuyor, fazla suları kanallarla denize aktarıyor. Bunu eskiden yel değirmenleri ile yaparlarmış, bin kadar yel değirmeni hâlâ var ama artık ağırlık modern teknolojilerde. Üstelik yel değirmeni onların buluşu da değil, Afganistan’dan yüzlerce yıl önce transfer edilmiş bir teknoloji. Neyse, mesele, “Meseleye sahip çıkmak” tan geçiyor. PKK terörü ve diğer bütün meselelerde olduğu gibi Edirne’nin sular altında kalması bahsinde de Türkiye “sahipsizliğin faturasını” ödüyor. Anlattığımız konu ile belki ilgisi yoktur gibi görünebilir amma Türkiye cumhuriyetle, Hollanda anayasal monarşi ile yönetiliyor.
Evet, PKK terörü niçin önlenemiyor, Türkiye elindekini avucundakini satmasına rağmen, nasıl oluyor da yarım trilyon dolara yakın iç ve dış borç batağına saplanıyor ve her hafta tam bir milyar, aldığı bu borca faiz ödemek zorunda kalıyorsa, Edirne de işte onun için sular seller altında kalıyor ve Hollanda’da nasıl fert başına düşen milli gelir kur farklılıklarına göre 25-30 bin dolar arasında değişiyor ve deniz seviyesinden metrelerce aşağıda olmasına rağmen bu ülke, asla su altında kalmıyorsa işte Hollanda da onun için elindekini avucundakini satmamak bir yana, başkalarının sattığını alıyor ve Türkiye gibi aldığı borçlara haftada bir milyar küsur dolar faiz ödemek durumunda kalmıyor.
Ortada bir “sahipsizlik” var.
Benim meselem yabana havale edilmiş.
Çünkü Türkiye on binlerce yıllık milli ve bin yıllık İslâm’i aklına sırt çevirmiş, dün kendine Sevr’i dayatan ellerin aklıyla hareket ediyor ve çünkü Hollanda kimsenin dolduruşuna gelmiyor, monarşisinden bile vazgeçmiyor, şunun şurasında 300 yılı bulmayan “milli aklıyla” yön buluyor, çözüm üretiyor.
İşin özü budur.
Edirne özelinde, Trakya’ya ve başına gelen bütün felâketlerden dolayı Türkiye’ye, yani bu toprağın “sürekli mağduru” sıradan insanına, o evliya gibi mütevekkil, o dağ gibi sabırlı, işi gücü ’bağrına taş basmak’ olan Türk evlâdına geçmiş olsun, geçmişler olsun..
Çözümün millî olmazsa, yağmur yağar suların, deprem olur toprağın, çözümün milli olmazsa, BOP gibi, Ilımlı İslâm gibi uzak dehlizlerde üretilmiş projelerin altında kalırsın.