"Ecnebi devletlere yaranmak için.."
Ne zaman Boğazlıyan Kaymakamı’nın idam edilişini hatırlasam aklıma hep İbrahim Aleyhisselam’ın Nemrut tarafından ateşe fırlatılması gelir.
İbrahim Aleyhisselam “Putlara değil, Allah’a tapın” demişti. Yani, doğruyu söylemişti. Babalığı ise devletin bakanlarındandı.
Onu kendi devleti, kendi babası mancınığa oturttu, ateşe fırlattı.
Amma İbrahim Aleyhisselam için ateş cennet bahçesinden bir bahçeye dönüştü. Nemrut ve avanesi ise ebedî cehennemliklerden oldular.
Kemal Bey’i de zamanın Nemrud’u, kendi devletinin Paşası Nemrut Mustafa ipe gönderdi. Kemal Bey idam edildi amma, mezara değil, bir şehit olarak cennet bahçelerinden bir bahçeye girdi.
Nemrut Mustafa ise bu milletin sürekli bedduasını alıp durmakta.
Hadiseyi kısaca bir hatırlayalım.
İçişleri Bakanlığı 14 Mayıs 1915’te Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’e, “Kaza dahilinde bulunan Ermenileri 24 saat zarfında yola çıkaracaksınız” der ve emreder:
“ Şifrenin alındığının acele bildirilmesi!”
Kemal Bey de zaten teyakkuz halindedir.
Çünkü, Ruslarla birlikte hareket eden Ermenilerin arasından kaçan bir Ermeni, o gece Türk köylerinin Ermeniler tarafından basılıp katliam yapılacağını kendisine bildirmiştir. Şifre ile emrin alındığını ve gereğinin yapılacağını Bakanlığı’na bildirir ve bu hikâye böyle başlar.
Kemal Bey köklü bir devlet ve şerefli bir milletin memuru olmanın sorumluluğu içerisinde görevini yerine getirir. Lakin Savaş bitip Osmanlı’ya Mondros Mütarekesi dayatılınca, İtilaf Devletleri Damat Ferit Hükümeti’nden bedel ister. Kemal Bey de işte bu “bedel” lerden bir bedel olarak, “Ermeni tehcirinde vazifeyi kötüye kullanmak” iddiasıyla, Divân-ı Harbe verilir. İstanbul’da ne kadar Ermeni varsa Kemal Bey aleyhinde şahitlik yapması için toplanır. “Parmaklarımızı kesti, yüzüklerimizi aldı” gibi en insafsız iftiralar Kemal Beye atılır. Mahkeme Başkanı Emekli Korgeneral Mahmut Hayret Paşa şahitlerin düzmece, Ermenilerin ve İngilizlerin Kemal Beyi astırmakta kararlı olduklarını görünce, böyle bir adaletsizliğe vesile olmamak için görevden çekilir. Yerine, Kemal Bey gibi vatanseverlere karşı peşin hükümlü olan “Nemrud” lakabıyla namlanmış Mustafa Paşa getirilir ve o da Kemal Bey’i idama mahkûm eder.
Yer Beyazıt Meydanı’dır.
Tarih 10 Nisan 1919.
35 yaşındaki Kemal Bey’in boynuna yağlı urgan geçirilir.
Ve Kemal Bey son sözlerini söyler:
“- Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ediyorum ki ben masumum. (..) Ecnebi devletlere yaranmak için asıyorlar.”
Evet, Kemal Bey’in boynuna devletin yağlı urganı, “Ecnebi devletlere yaranmak için” geçirilmişti. Bugün de TCK’daki 301’inci maddenin boynuna, “Ecnebi devletlere yaranmak için ” yağlı urgan geçiriliyor.
O gün Kemal Bey:
“- Eğer adalet buna deniyorsa kahrolsun adalet!”
Diyor, meydana yığılan on binler de birer Kemal Bey olup haykırıyorlardı:
“- Kahrolsun böyle adalet!”
Peki, biz şimdi ne diye bağıralım!
Ecnebi ülkeler teker teker, “Ermeni soykırımı yoktur demek, suçtur!” diye yasalar çıkartırken, Türkiye’yi yönetenlerin ecnebileri memnun etmek için adalet mekanizmasında Türk’e hakareti serbest bırakan ve asılsız Ermeni iddialarına avazı çıktığı kadar kusma hakkı veren değişiklikler yapmaları karşısında biz ne diyeceğiz, biz ne yapacağız!
Demek ki ecnebiler Nemrut Mustafa bulma sıkıntısı çekmiyor.
Demek ki Türkiye 1919’ları yaşıyor derken haklıymışız.
Peki, netice ne olur?
Netice, Kemal Beyler her vesile ile rahmetle anılır, millet onları erinde gecinde “Milli şehit” ilan eder ve elbette Nemrut’lara hep beddualar nasip olur.
Ve elbette Allah ecnebiler hoşnut olsun diye icraat yapanların ve düzmece şahitlerle adaleti ipe gönderenlerin değil, şehit Kemal Bey’in vasiyetindeki duayı kabul eder:
“- Vatan uğrunda cephede ölen bir insan gibi şehit gidiyorum. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin,.. Amin!..”
Nitekim öyle olmuştur..
Yine öyle olacaktır..