Duvarlarımda ve dolaplarımdaki anılar...
Bazı dostlarım ya da ziyaretçilerim "Senin bura, müze gibi yahu..." diyorlar... Evet biraz öyle, sıradan bir yeminli mali müşavirlik bürosuna hiç benzemiyor, öteden beri de böyledir... Gazete bürosunu andırırdı 30 yıl önceleri, bir panoda haber kesikleri sergilendiği için... Sonra iş değişti, muhabirlikten köşe yazarlığına evrildik... Edebiyatla ve dergilerle de ilişkilerimiz artarak sürünce, bu alandan da bazı unsurlar büronun duvarlarına ve dolaplarına yansıdı.
Bu objelerin ne de çok anısı var bende... Bunları bir yazı konusu yapmak gerek diye düşündüm... Bugün bunu yapacağım, ilginç bulacağınıza inanıyorum.
Tarihsel eskiliğe göre sıralayalım. İşte şu berat, altında Enver Paşa'nın imzası... Eski yazıyla tabii ki... Dedeme verilmiş, bir yanına bugünkü abecemizle metnini koymuşum, bir yanına da dedemin fotoğrafını. Bazı ifadeleri paylaşayım bu berattan "Bayburt'un Şingâh Mahallesinden, Vağındalıoğullarından 37. Kafkas Fırkası Karargâh Süvari Takım Kumandanı Serçavuş Şükrü oğlu Şevki... Kafkas Cephesinde ifa-ı vazife hususunda şayan-ı takdir ve say ü gayret göstermiş olduğundan dolayı nam aktes Humayün Hazreti Padişahıya olarak sana harp madalyası verildi."
Bu beratın altında bir ferman ve bugünkü abeceye çevrilmiş metni var. Annemin dedelerinden Hatunoğlu sülalesinden birine verilmiş. "Sultan Mahmut Han bin Abdülhamid Han el muzaffer daima" diye başlıyor... Kars İli Döşkaya Nahiyesi (bugünkü Selim İlçesi), Yenice nam kariyeden (köyden), 3 bin akçelik tımar...
Bu iki belge beni hep köklerime götürür... Şu fotoğraf... O da köklerimden... 1952-53 yıllarına ait. Birkaç metre yükseldikten sonra sola doğru eğilen ve sonra dümdüz giden bir ahlat ağacının üstünde 7 kişi, hepsi kasketli, en baştaki rahmetli babam, gövdesine de 4 çocuk sarılıp tutunmuşlar. O günün Bayburt'unun Demirözü Bucağı'nda, fotoğraf makinesi bulup bu ilginç pozu vermişler... 63 yıldır Bayburt'ta yayımlanmakta olan Bayburt Postası Gazetesine bu fotoğrafı yolladım bir köşe yazısı ekinde. Sağ olsunlar, önemine uygun biçimde yer verip yayınladılar.
Bayburt dedik de, bir de benim fotoğrafım var, 18. Dede Korkut Kültür Sanat Şöleninde şiir okurken, o günün anısı olarak aldığım bir de armağan var, Dede Korkut Türbesi'nin Bayburt taşından yapılma bir maketi. Ve karşı duvarda bir Dede Korkut fotoğrafı: Azerbaycan'da yetişen demir ağaçtan oyulmuş... Arslan Bulut'la birlikte Bakû'da görüp çekmişim...Ya şu renkli karikatürüm? İlginç bir öyküsü var. 1992 yılıydı, Ziya Özarı adlı karikatürist Yalova Termal'da bana "Düşündüğünüz bir espri var mı, o nu çizeyim" dedi, "Yok" dedim. Baktı yüzüme çizdi. Bitince gördüm ki bir ağacın altına koymuş beni, elime Nazım Hikmet'in şiir kitabını vermiş, yerde kâğıtlar... Yanımda bir de gitar "Deniz ve mehtap sordular ben neredeyim?" diyorum. Şaşırdım karikatür bitip bakınca "Ziya Beğ, ben şairim, şiir kitaplarım var, dergilerde yazıyorum" dedim, güldü "Öyleyse tam isabet" dedi.
Şiir... İlk şiir kitabım Ateşkes Çağrısı'nın kapak eskizleri var camlatıp asmışım duvara, rahmetli Şemsi Belli Ağabeyi, bir hattata iki kadeh rakı içirip yaptırttığını söylemişti...
Eyvaaah... 3200 nokta vuruşunu geçtik... Oysa benim daha öyle çok anlatacaklarım vardı ki... Neyse şimdilik bununla yetinelim...