Düştü Telâfer!..
Telâfer / Kalmadı gözümde fer / Düştü Kerkük, gitti can / Düştü!... Düştü Telâfer!
Bu bir hoyrat değil, bu bir feryattır! Bu bir ağıttır!.. Hayır bu bir ağıt değil, sorumlusuna, sorumsuzuna lanettir! Lanet olsun size, lanet attığınız adıma... Lanet olsun meydanlarda böbürlene böbürlene konuşmanıza!...
Kerkük yıllarca kan ağladı, kan ağlamaya devam ediyor. Tuzhurmatı, Telâfer kan ağladı, ağlamaya devam ediyor. Oralarda benim parçam var, canım var, gözüm var... Gözüm oyuluyor, canım çıkarılıyor, parçamdan parça koparılıyor. Oralarda şehitlerim var, Nejdet Koçak var, Abdullah Abdurrahman var, Rıza Demirci var... Orada şehitlerim var, yüzlerce, binlerce... Ve siz!... Omuzları üstünde başı olanlar! Ve siz!... Ağızları içinde dili oynayanlar! Ve siz!... Sorumsuz sorumlular! Yarın mahşer gününde şehitlerin kanı içinde haşrolacaksınız... Ve siz!... Başı olan, dili olan, fakat vicdanı olmayanlar! Şehitlerin kanı içinde boğulacaksınız...
Başında aklı olanlar, göğüslerinde kalp taşıyanlar, vaziyete bakar mısınız?
Üç beş bin baldırı çıplak eline silah alıp devlet kuruyor. Rojava mojava diyor, devlet kuruyor; haşat maşat diyor, devlet kuruyor. Ve siz... Koskoca Türkiye’nin yöneticileri! Meydan meydan dolaşmaktan başka, ağızlarınız içindeki zehirli dilinizi oynatmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Hayır yapıyorsunuz; birilerine silah gönderiyorsunuz, TIR’lar içinde; birilerini tedavi ediyorsunuz, hâl hatır içinde; ama onlar Türkmen değil, Türk değil. Öyle olsaydı Türkmenler de devlet kurarlardı değil mi? Hiç olmazsa zalimlere, gaddarlara karşı kendilerini korurlardı değil mi? Sizin silahlarınız dinimizi, milletimizi, milliyetimizi terzîl edenlere gidiyor; sizin silahlarınız yüce tekbîri, kirli ağızlarında tasgîr edenlere gidiyor; sizin silahlarınız İslam bayrağını tenzîl edenlere gidiyor...
Hiç şüphesiz... Siz... Bir şeyler yapıyorsunuz. Türk ordusunun komutanlarını zulümlere dûçar ediyorsunuz; teröristin, eşkıyanın canına okuyan vatan evlatlarını yıllarca dört duvara hapsedip nâçar hâle getiriyorsunuz. Siz eşkıya ile değil, eşkıyaya dünyayı dar edenle mücadele ediyorsunuz. Hayır, cür’etiniz daha da öteye gidiyor; siz eşkıya ile müzakere ediyorsunuz; eşkıyanın sınır ötesindeki koldaşlarına Kerkük’ü teslim ediyorsunuz; benim Türk’ümü, benim Türkmen’imi peşmergenin insafına terk ediyorsunuz; bundan büyük zillet olur mu? Zilleti yüceltiyor, izzeti, izzet kavramını ayaklar altına alıyorsunuz; onursuzluğu, şerefsizliği yüceltiyor; onur kavramını, şeref kavramını pâymâl ediyorsunuz.
Hiç şüphesiz... Siz... Bir şeyler yapıyorsunuz. Türk’e ait ne varsa aşağılıyorsunuz. “Ne mutlu Türküm diyene” sözüne dil uzatıyorsunuz. “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” andını okullardan kaldırıyorsunuz. Türküm diyenlere, Türk olmaktan gurur duyanlara düşmanlık ediyorsunuz. Türk’ün bayrağını gönderden indiren hainlere cesaret veriyorsunuz; onların önderleriyle konuşuyor, onların önderlerinden medet umuyorsunuz. İmralı’ya, Kandil’e, peşmergeye postacılar yolluyorsunuz. Siz, ülkemin istihbarat teşkilatını posta tatarı hâline getiriyorsunuz. Hiç şüphesiz... Siz... Bir şeyler yapıyorsunuz. Ve siz bir şeyler yaparken, marifet yaptığınızı zannederken üç beş baldırı çıplak vatandaşlarımızı, polislerimizi derdest ediyor.
Ve siz... Marifet yaptığınızı zannederken Kerkük çiğneniyor, Telâfer düşüyor, Türk çaresiz, Türkmen çaresiz, Türkmen Eli çaresiz...
Kalkın ey ehl-i vatan; başımızdakiler sadece şer saçıyor!