Düşmanlaştırıcı siyaset kazandırır mı?
Adnan Menderes, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında mutabakata varılan Üçlü Kıbrıs Antlaşması'nı imzalamak üzere, 17 Şubat 1959’da Londra’ya uçmuştu. Havaalanına 4,5 kilometre kala uçak ormanlık alana düştü. 14 kişi hayatını yitirdi, 7 kişi yaralandı. Menderes de yaralı kurtulanlar arasındaydı. Bu kazanın üzerinden 65 yıl geçti.
Menderes’i hatırlayınca, halk arasında derinleşen uçurumları hatırlıyor insan.
Demokrat Parti dönemini en iyi tahlil edecek isimlerden biri Şevket Süreyya Aydemir’dir. Atatürk’ün, İnönü’nün, Menderes’in kitaplarını yazdı.
“Menderes’in Dramı” kitabına baktım. Rastgele bir sayfa açtım. Karşıma “Ters Dönen Çarklar” başlığı çıktı. Aydemir’in başlık altında şu yorumu, ister istemez bize Recep Tayyip Erdoğan’ın dönemiyle benzeşiyor, dedirtiyor.
Adnan Menderes darbeyle yıkıldı. Yıkılmakla kalmadı iki bakanıyla birlikte ipe gönderildi.
R. T. Erdoğan döneminde de kendi besledikleri adamlar darbeye kalkıştılar. Öyle bir darbe ki, Allah muhafaza, Türkiye yanacaktı. Yine önüne geçen R. T. Erdoğan oldu. Halkı sokağa çağırdı. Canlar gitti, kanlı darbe bastırıldı.
Menderes, halkta bu kadar sevgi görmesine rağmen, halk neden darbecilere tavır koymadı? Dönemin haberleşme şartları imkân vermese bile, insanlar, sonrasında da tavırlarını ortaya koyabilirlerdi. Hemen hiçbir kıpırdanma olmadı. Bu ayrı tartışılacak bir mesele.
Şevket Süreyya Aydemir, Menderes döneminde tarlaya traktör sokulunca köylerdeki köklü değişiklikle birlikte işsiz kalan, tarlasız, traktörsüz köylülerin şehirlere akın etmesinden ve bozulan dengeden bahsettikten sonra “Köy, içinden parçalanmıştır. Kahveler, camiler birbirinden ayrılmıştır. Hulasa, çarklar, yalnız bu alanlarda değil, daha nice nice sahalarda birbirine çarpmaktadır. Hele taşralarda siyaset, artık politikacının bile değil, demagogun, düzenbazın malı olmuştur. Bir taraftan halkın sözcüleri, halkın liderleri olarak sivrilen ve hükümet baskısını adeta köyden kovan ocak, bucak başkanları bu sefer de, yeni ağalar, yeni siyaset murabahacıları şeklinde her şeye el atmışlardır.” der ve vaziyeti yorumlar:
“Demokrat Parti iktidarı, uyuyan imkânları uyandırmış, çarkları harekete getirmiştir. Ama birçok alanlarda da, çarkların birbirine çarpmasını önleyememiştir. Bunu önleyebilir miydi? Hayır! Çünkü Demokrat Parti iktidarının benimsediği siyasetle, toplum içinde çelişmeler, sınıflaşmalar, ister istemez kesinleşecekti. Nitekim bizde, bugün artık her şey demek olan siyasi oligarşinin ve iktisadi oligarşinin sosyal temelleri, Demokrat Parti iktidarı zamanında atıldı.”
***
Şevket Süreyya Aydemir (1897-1976), öyle sıradan bir yazar değil. Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde çarpıştı. Azerbaycan’a geçti. Ermenilere karşı kurulan gönüllü birliğin kumandanlığını üstlendi. Turancıydı. Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kurucuları Turancı Mustafa Suphi ve Edhem Necad gibi komünizme meyletti. Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) okudu. O üniversitede Nâzım Hikmet ve yakın arkadaşı Vâlâ Nurettin de komünizmi öğreniyordu.
Şevket Süreyya’nın 1934’te, “Aydemir” soyadını alması dikkat çekicidir. “Aydemir” Müfide Ferit Tek’in aynı addaki romanın kahramanı. Romanı, 25 yaşında, 1917’de yazdı. Onu yazmaya teşvik eden de eşi Cumhuriyet döneminin ilk İçişleri Bakanı Ahmet Ferit Tek’in yakın arkadaşı, “Üç Tarz-ı Siyaset”in yazarı Yusuf Akçura’dır. Roman karakteri Aydemir, Turancıdır; Türklerin birliği için kendisini ortaya koyar.
Bu notları şunun için veriyorum: Soyadı kanunu 1934’te çıktı. Şevket Süreyya, Turancılıktan komünizme evrildi. Sonra Türkiye’ye dönünce Marxist bulamanın da görüldüğü iddiasıyla kapatılan Kadro dergisinin yayınlanmasına öncülük etti (Ocak 1932-Ocak 1935, 36 sayı). Soyadı kanunu çıkınca, “Aydemir” soyadını alarak yine ilk fikrine mi döndü? Demek ki içinde bir tortu varmış.
Ş. S. Aydemir’in kitapları bize çok şey öğretiyor. 10 Kasım 1975’te Milliyet gazetesinde çıkan “İnkılabımızı oturtmaya ve Atatürk'ü putlaştırmaya mecburduk. Ama şimdi size ifade ediyorum, kitabımda yazdım: Kahraman putlaştığı zaman ölür..." sözü belli çevrelerde sık kullanılır.
***
Mahallî seçimler 31 Mart 2024’te. Hemen bütün adaylar sahaya çıktılar. Sahada görünmeyen, görünseler bile çok silik kalan adaylar kimler? Ak Parti adayları değil mi?
Ak Parti’nin bütün il ve ilçelerde tek adayı var; o da “reisicumhur” sıfatını taşıyan Recep Tayyip Erdoğan.
Öyle ayırıcı, kendisinden olmayanı yok sayıcı konuşmaları var ki, inanın, insanın aklı duruyor.
Aydemir ne yazmıştı:
“Demokrat Parti iktidarının benimsediği siyasetle, toplum içinde çelişmeler, sınıflaşmalar, ister istemez kesinleşecekti.”
Şartlar aynen Aydemir’in bahsettiği gibi.
“Nas var, sana bana ne oluyor!” diyenler, Kur’ân’a ne kadar yakınlar?!
Daha ötesini yazsak“Sen bize kâfir mi, diyorsun!” diyecekler, üzerime gelecekler.
Ne haddime! Herkes kendisinden mesul!