Düşmandan ve stratejisinden yararlanmak!
SSCB çökerken Sovyetlerin son Dışişleri Bakanı’nın ABD’li meslektaşına “Sovyetler Birliği olarak size son olarak en büyük bir kötülük daha yapacağız” dediği söylenir. Bunun üzerine de ABD’li meslektaşı merakla “Nasıl bir kötülük” demiş. SSCB Dışişleri Bakanı bunun üzerine “SSCB olarak sahneden çekiliyoruz. ABD’yi düşmansız bırakıyoruz. Bu ABD’ye yapılabilecek en büyük kötülük olacaktır” der.
Kadim düşmanları olanların gaflet ve dalalet gösterme özgürlükleri olmaz. Onların her an uyanık, elleri tetikte, gözleri de ufukta olmak zorundadır. Toplumlar düşmanlarının emellerinden korunmak için onlardan daha tedbirli, daha ileri ve daha çok çalışkan olmak zorundadır. Düşmanın ya da rakibin yaptıklarını ve stratejilerin izlemek, gerçek niyetlerini kavramak, onların yaptıklarını küçük görmemek basiret ve feraset gereğidir. Bir strateji onu yapana ne kadar gerekliyse benzer stratejilerin de düşman ya da rakibe de benzer biçimde o kadar gereklidir. Bu bağlamda düşmanın ortaya koyduğu aldatıcı tavırları, sahte görüntülere ve tatlı sözlere de aldanmamak lazımdır.
Mercimek Ahmet, bu durumu Kâbusname’de şöyle anlatır; “Düşmanının güler yüz göstermesine ya da tatlı sözüne aldanıp gönül bağlama ve inanma. Eğer düşman sana şeker gösterse, sen onu acı nesne san. Ve düşmanın ne denli küçük olsa da onu hor görme ve zayıf olan düşmanına, güçlü bir düşmana eder gibi düşmanlık et. O da kim ki deyip önemsemezlik yapma..” Sonuçta “su uyur, düşman uyumaz” diye sürekli uyanık olmak gerektiğini ikaz eden atasözlerinin tarihi tecrübelerin ürünü olduğunu unutmamak gerekir.
Durumun stratejik boyutunu o, şöyle ortaya koyar:
“Ama gizli ya da açıkça, ‘düşmanın işinden habersiz olma.’ Çünkü o daima kötü tasarılarla seni aldatmak hesapları peşindedir. Sen de bir an bile onun kötü oyunlarından kendini güvende sanmayasın. Düşmanının halini ve tasarladığı oyunları her an soradur, ta ki düşmanın belasına ve afetlerine uğramayasın. Sonra, fırsat elvermedikçe düşmanlığını belli etme ve düşmanına karşı ne denli büyüklük taslarsan tasla, kendini düşmana büyük göster. Ne denli düşmüş olsan da ona durumunu alçak gösterme”.
Sonuçta düşman tanımı çok muğlak, hedefleri, sınırları, kimliği bilinmeyen bir olgudur. Var olmak ve varlığı sürdürebilmek düşmanın niyetlerini açık kılmak, sezmek, ondan daha akıllı davranmak ve daha iyi önlemler almakla mümkündür. Düşman ya da rekabet, toplumları dinamik, üretken, diri ve güçlü olmaya zorlar. Düşmanı tanımak başka bir şey, onu niyetlerini yapmaktan caydırmak başka bir şeydir. Düşmanlık yapmak ise daha başka bir şeydir.
Necip Fazıl “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; Gündüz geceye muhtaç sen de bana lazımsın!..” der. Hatta bu konuda “Düşmanlar, el üstünde tutulmalı, yetiştirilmeli ve muhafaza edilmelidir.. Çünkü onları yitirmek, öz tanımlamaları tehlikeye sokar” türünden görüş iler sürünler de vardır.
Sonuçta düşman, psikolojik bir ihtiyaç ve kimlik yaratıcı bir süreçtir. Ancak çeşitli derecelerde düşmanlık da kin dolu, kendini aşırı üstün tutan ve başkalarından korkan gruplarla dolu bir dünya yaratır. Bu konuda gerçeklerden kopmamak, ancak tuzaklara da düşmemek gerekir.
Düşmanı tanımak, onu sizin üzerinizdeki niyetlerini uygulamaya koymaktan caydırmak başka bir şeydir; düşmanlık yapmak ise daha başka bir şeydir. Uyanık, hazır, diri ve güçlü olmak gerekir. Bunu da toplumlar çoğu kez düşmanları sayesinde başarırlar.