Durmuş Yılmaz "frak" giysin
TBMM, 24 Haziran'da seçilen milletvekillerinin yemin etmesi için yarın toplanıyor. TBMM'yi yeni başkan seçilinceye kadar -sağlık durumu oturumu yönetmeye elvermeyen Deniz Baykal'dan sonraki- "en yaşlı üye" sıfatıyla İYİ Partili Durmuş Yılmaz yönetecek.
Bu, "Cumhuriyet değerlerini, geleneklerini, tavrını" korumak vaadiyle muhalefet eden partiler için önemli bir fırsat.
Bakalım değerlendirebilecekler mi?
***
Yılmaz, o partilerden birinin sadece milletvekili değil, kurucularından da biri olarak yarınki oturumda "frak" giyecek mi mesela?
Keşke giyse!
***
Malum, TBMM eski Başkanı İsmail Kahraman, frak giymemek için Meclis İç Tüzüğünü değiştirtmiş ve "başkan ile vekillerin koyu renk elbise giymesi"ni yeter gören bir düzenlemeye gidilmişti.
Keza Erdoğan, ilk Cumhurbaşkanlığı adaylığı sırasında, 2014 yılında, "seçilirseniz frak giyecek misiniz" sorusuna, "bizim geleneğimizde yok o, başkalarının geleneğinde var" cevabını vermişti.
Abdullah Gül'e gelene kadarki bütün cumhurbaşkanları...
Ama özellikle "taş"ın asıl adresi, bütün millî bayramlarda geçit törenlerini frak ve şık silindir şapkasıyla izleyen Mustafa Kemal Atatürk, "başkaları" mı?
Öyleyse...
"Ecdad" Sultan Aziz de mi "gelenek dışı" yahut "başkaları" oluyor bu durumda!
Ta bir buçuk asır önce, Osmanlı sultanı da "frak" giymişti ya!
***
Kaldı ki...
AKP'lilerin bu direnişinin temelde "kıyafete" değil de "Cumhuriyet geleneklerine" karşı olduğunu sağır sultan bile biliyor artık; Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı sırasında, hayli trajikomik biçimde test edilip onaylanmıştı bunun böyle olduğu.
Türkiye'deki törenlerde, millî günlerde, resmi bayramlarda, resepsiyonlarda frak giymeyi reddeden Gül, İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth'in verdiği yemeğe frak giyerek gitmişti!
Mevzu kıyafetin "gavur icadı" olması filan değil yani;
Zira öyle olsa ilk defa İspanya Katolik Krallığı'nda ortaya çıkan takım elbiseyi de giymemeleri gerekirdi!
***
Yılmaz, geçici TBMM Başkanlığında, yeni içtüzüğe göre zorunda olmadığı halde "frak" giyer ve AKP'nin "sildim" sandığı "Cumhuriyet değerleri"ne , son birkaç yılda en çok horlandığı rakımdan(!), TBMM Başkanlık Kürsü'sünden selam çakarsa, hem tarihi bir ayar olur, hem de seçmen aradaki farkı fark etme imkanı bulur. Seçim dediğiniz şey, bir kereye mahsus değil sonuçta.
***
En otoriter rejim bile buna dayanamaz
Dr. Gülden Çamurcuoğlu'nun "Ortadoğu'da Otoriter Siyasal Rejimler"i elime geç ulaşan kitaplardan...
Hoş "tam zamanında" ulaşsaydı ve ben de size bu kitapta anlatılanlardan geniiiiş bir "kıssadan hisse" çıkarsaydım, "ibret alan" çıkar mıydı; emin değilim. Ama ibretlik Çamurcuoğlu'nun akademik bir dille tespit ve analizleri.
***
Atı alan çoktan "otoriterleşme" köprüsünü geçti ama olsun, ben yine de -öyle zevkine, başınızı taşlara vurun diye(!)- hangi şansı gözümüzü kırpmadan harcadığımızı ve nereye doğru yol aldığımızı işaret etmesi bakımından, kitabın sonuç cümlelerini paylaşmak istiyorum sizinle:
"Ortadoğu'da otoriterleşmenin önüne geçilmesi için anayasalarda devlet başkanlarına tanınan imtiyaz hükümlerinin kaldırılması ya da sınırlanması, kuvvetler arasında denge ve denetlemeyi sağlayacak kuralların anayasal normlar haline getirilmesi gerekir. Bunun yanında asker siyaset ilişkisinde asgariliğe inilmesi ve kamusal görevlere atanmada kişiciliği ve itaati yaygınlaştıran patrimonyalizm unsurlarından uzaklaşılması, bu kapsamda liyakat esasına anayasalarda yer verilmesi gerekmektedir.
Daha öz bir ifadeyle Ortadoğu'daki siyasi yönetimlerde hukukun üstünlüğü sağlanmadıkça kendi dinamikleriyle işleyen bir toplumsal yapının ve istikrarlı bir rejim inşasının mümkün olmadığı gerçeği kendisini her zaman hissettirecektir."
***
Kitabın en önemsediğim notlarından biri... Çamurcuoğlu diyor ki:
"Hukuk kurallarının herkese aynı ölçüde uygulanmaması oligarşik siyasi yönetimlerde bile toplum çoğunluğunca yadırganır."
Adaleti herkes için farklı bir adalet terazisi kullanarak, Themis'in gözlerindeki bağı açarak tecelli ettirebileceğini ve bunun sürdürülebilir bir "düzen" olduğunu zannedenlere arz ederim!
Demek ki neymiş, "adalete özlem" en otoriter rejimleri bile sarsabilecek bir dip dalgasına dönüşebilirmiş;
Bugün değilse yarın, ama bir gün mutlaka!
***
AKP "Zafer" algısını İnce'ye borçlu
Seçime dair konuşan her AKP'linin diline pelesenk oldu; "Erdoğan açık ara farkla kazandı, en yakın rakibiyle arasında 11 milyon oy var" diyorlar.
Muharrem İnce sağolsun!
Seçimin hemen arkasından çok eleştirdiğim bu ifadeyi ilk kullanan İnce'ydi. Erdoğan yüzde 50'nin üzerine kıl payı çıktığı, ikinci turdan güç bela kurtulduğu halde, İnce -öyle gözü kendisinden başka kimseyi görmüyordu ki- "Kapanmayacak kadar çok, 10 milyon farkla kazandı" dedi!
AKP, şu sonuçlardan sonra asla yaratamayacağı zafer algısını borçlu olduğu İnce'ye teşekkür etmeli!