Batı dünyasının Atatürk'ün Türkiyesi'nde yaşanan değişimden etkilendikleri alanlardan biri de Türk kadınının elde ettiği haklar ve Türk kadının toplumsal hayatta edindiği yeni konumudur. Bu bağlamda 22 Nisan 1935 tarihinde İstanbul Belediyesinde toplanan seçme, seçilme ve eşit vatandaşlık için Uluslararası Kadınlar Birliğinin Kongresi'nde konuşan Naney Witchen Astor (Viscountess Astor); "Bundan 15 yıl önce tamamıyla köle konumunda olan Türk kadınlarının içinden çıkan milletvekillerini burada görmekten gurur duyuyorum" diyerek Türk kadınının Batılı hemcinslerinden ileri bir konumda olduğunu söylemiştir.
Türkiye'de yaşanan bu her alanda değişim projesinin diğer Dğulu uluslara örnek olabileceğine işaret edilmekle birlikte, Arapça konuşan ülkelerde bu değişimin gerçekleşmesinin imkânsızlığının da altı çizilmiştir.
Türk inkılabının sıkça karşılaştırıldığı Rus inkılabına nazaran daha kısa süreçte yapıldığı ve Türk inkılabının Türk toplumunda yer bulduğunun
altı çiziliyordu.
Sonuçta diğer devrimler ile kıyaslandığında Türk devrimi ve onun liderine özel bir önem atfedilmiştir. Türkiye Doğu Batı sentezi olarak görülmüştür.
Yeni Türkiye'nin yürüttüğü dış politikanın yansımaları ile ilgili olarak İngiltere'nin değerlendirmeleri ilginçtir. Türkiye ile sorunlarını halleden İngiltere; 1930'lu yıllardan itibaren Türkiye'nin o günlerde dış politikasını, eski dostlarına kıyasla eski düşmanlarının dış politikasına yakın buluyor ve Türkiye'yi antirevizyonist, Milletler Cemiyeti yanlısı, milletlerin muhalif kamplara ve bloklara bölünmesinden rahatsız, uluslararası iş birliğini savunan ve çatışma ve sürtüşmelerin azaltılmasını isteyen bir ülke olarak tanımlıyordu.
İnsanlığa katkı ve barışın korunması yolunda bütün Avrupa'nın yeni bir savaş hazırlığı içinde bulunduğu bir dönemde, Türkiye'nin barışın korunmasını sözle değil eylemleriyle kanıtlayan bir ülke olarak örnek verildiğini görüyoruz.
Nitekim İngiliz basını, Türkiye'nin Lozan'da halledemediği konuları Avrupalı devletlerle görüşmeler yolu ile halletmesinin onun Avrupa'da ve dünyada prestijini artırdığını söylüyor ve örnek olarak, Boğazlar ile ilgili statükonun değiştirilmesi ve yine görüşmeler yoluyla halledilen Hatay sorunu veriliyordu.
Bu tavır şüphesiz Türkiye'yi Avrupa'nın en barışçı ülkesi olarak tanımlamaya götürüyordu. Türkiye bölgesinde barışı sağlama yönünde kurduğu ittifaklarla (Balkan Paktı ve Sadabat Paktı vb.) Asya ile Avrupa arasında bir köprü olmaktan öte gerçek barışın temin edilmesine katkı yapan önemli bir ülke konumundadır deniliyordu. Böylece Türkiye, Orta Doğu'da, Asya'nın batısında ve Balkan yarımadasında güvenliğin ve barışın sürekliliğinin temel taşı olan bir ülke olarak anılıyordu. Şüphesiz bütün bu tarz yorumlar Atatürk'ün yürüttüğü akılcı, kararlı ve barışçı dış politikanın bir sonucuydu.