Türklerin en büyük tarihi destanı olan Oğuzname, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun tarafından farklı bir bakış açısıyla ele alındı. Oğuzname; tarihin derinliklerinde doğmuş, yakın yüzyıllara kadar yaşayıp gelmiş ve bütün Türk Dünyası'nın ortak mirası olmuştur. Oğuzname'de Sakalar, Hunlar, Kök Türkler, Karahanlılar vardır ve bunlar bütün Türk Dünyası'nın ortak tarihidir. Uygur'un, Kıpçak'ın, Karluk'un, Kanglı'nın, Halaç'ın adlarını Oğuz Han vermiştir; bu boyların kurucularının hepsi de Oğuz Han'ın beyleridir ve bunların tamamı Türk Dünyası demektir.
Destan ve efsanelerin milletlerin şuur altlarına yüklenmiş büyük emelleri olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, "Nehir Destan Oğuzname / Oguz Bitig" adlı bu önemli çalışmasında Oğuznamelerin yapısını bütünüyle mercek altına alıyor. Oğuzname'de geçen olay ve kahramanların hangi dönem ve katmanlara ait olduğunu, farklı dönemlere ait olay ve kahramanların ne zaman destanlaştığını tespit eden Prof. Dr. Ercilasun, 26 adet Oğuzname hakkında ayrıntılı bilgiler veriyor. Kitapta, Oğuznamelerin bugünkü yansımaları ile çağdaş sanat eserlerinde işlenen Oğuznameler de yer almakta.
Türklerin ve Oğuzların sözlü/efsanevi tarihini, Dede Korkut boylarını ve Dede Korkut'un söylediği güzel sözleri de bu çalışmayla bir araya getiren Prof. Dr. Ercilasun, Oğuzname'nin bütününü bir nehir destan niteliğiyle okuyucuya sunuyor. Ercilasun, çalışmasının kapsamı ve yöntemi hakkında şu bilgiyi veriyor:
Oğuzname'nin üç ana parçadan oluştuğunu bir süreden beri biliyordum. Ana parçalar şunlardı: Türklerin ve Oğuzların sözlü / efsanevi tarihi, Dede Korkut boyları, Dede Korkut'un söylediği güzel sözler (atasözleri). Mayıs 2006'da sunduğum bir bildiride "bugüne kadar kayıp olduğu farz edilen Oğuzname'nin aslında iki ayrı parça hâlinde elimizde bulunduğunu" belirtmiştim. O zaman atasözlerinin de Oğuzname içinde bulunduğunun henüz farkında değildim. Biri Berlin'de, biri Petersburg'da bulunan iki atasözü yazmasının da Oğuzname adını taşıdığı dikkatime çarpınca Oğuzname'nin üç ayrı parça hâlinde elimizde bulunduğunu anladım. Parçalar elimizdeydi; öyleyse bunlar birleştirilip Oğuzname'nin bütünü ortaya konabilirdi.
Ancak geç fark ettiğim bir şey daha vardı: Oğuzname bir "nehir destan'dı. Özellikle sözlü / efsanevi tarih bölümü bir noktada bitmiyor, başka bir Oğuzname nüshasında kalınan noktadan devam ediyordu. Nehir destan, efsanevi devirlerden başlıyor, 18. yüzyılın sonlarına dek geliyordu. Oğuzname'nin diğer iki parçası da sabit değildi. Dede Korkut boyları iki yazma ile sabitleşmiş gibi görünüyordu ama boyların yansımaları 20. yüzyıla dek uzanıyordu.
Evet, üç parçayı da içinde barındıran en eski Oğuzname kayıptı ama üç parça ayrı ayrı elimizde bulunduğuna göre tamamen de kayıp sayılmazdı. Yapılacak iş üç parçayı birleştirmekti. Ben de bunu yaptım.
Eserimizin adı bütün tarihî kayıtlarda "Oğuzname"dir, Ancak onun bir "nehir destan" olduğunu da vurgulamam gerekiyordu. Bunun için çalışmanın adını "Nehir Destan Oğuzname" koydum. Fakat bir yandan da en eski Oğuzname'nin saf Türkçe adı ne olabilirdi, diye düşündüm. Dîvânu Lügâti't-Türk'te "kitap, yazı, yazılı kâğıt, mektup" kavramları için kullanılan kelime "bitig" idi. Oğuzname kavramının özgün biçimini "Oğuz Bitig" olarak tasarlayıp "bitig"i kullanmayı uygun buldum.
Dergah Yayınları Tel:(0212) 518 95 79
***
Türkçe'nin Turan'ı ortak alfabe mi?
Prof. Dr. Okan Yeşilot, Doç. Dr. Özlem Deniz Yılmaz, Dr. Yeşim Çağlar, Dr. Bihter Gürışık Köksal, "Türk Dünyasında Ortak Alfabe / Uygulamalar, Arayışlar, Teklifler" adlı çalışmayla ortak alfabe konusunu masaya yatırıyor.
Eserde Türk devlet ve topluluklarında kullanılmakta olan alfabeler, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sonrası bağımsızlığını kazanan Türk devletlerinde Latin alfabesine geçişin süreç ve uygulamaları ile hâlihazırdaki durum, Türk devlet ve topluluklarında ortak Latin alfabesi kullanılma ihtimali, Latin alfabesine geçişte karşılaşılan problemler ve bunlara çözüm önerileri ile yazı alanındaki etkileşim konu ediliyor.
Türk dünyasında alfabe birliği düşüncesinin genel olarak Türkçülük-Turancılık kavramlarıyla ilgili olarak ortaya çıktığı, bunun temelini Türk kavimlerinin tamamını "Türk millî kimliği" içinde görmek ve doğal olarak da bu "Türk milleti"nin tek bir yazı dili, tek bir bilim ve kültür hayatının olmasını arzu etmenin oluşturduğu, bu düşüncenin dışında tek başına "alfabe birliği"ni istemenin kültürel ve siyasi hiçbir anlamının olmadığı yönündeki görüşler de tartışmaya açılıyor.
Türk dünyasında geçmişten günümüze kadar devam etmekte olan alfabe sorunlarının ele alındığı eserde, Türk dünyasında ortak Türk Latin alfabesi nasıl oluşturulabilir türünden mesele ve problemlere de değiniliyor. Ayrıca, Türk ülkelerinde Latin alfabesine geçiş süreci konu edilirken, bu süreçte hazırlanan birbirinden farklı alfabeler, bunlar üzerine tartışmalar, eğitim ve devlet kurumlarında Latin alfabesi uygulama ve sonuçları ile ideal bir alfabenin temel prensipleri işleniyor.
Ötüken Neşriyat Tel:(0212) 251 03 50
***
HAFTANIN KİTABI:
Değişen pek bir şey yok
Mahmut Yesari'nin ölümünden iki yıl önce, 1943'te yayımlanan "Bir Aşk Uçurumu" adlı romanı, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı'nın iş ve işçi hayatını anlatan ilk örneklerindendir. "Çulluk" romanıyla fabrika işçilerinin hayatını gündeme getiren "Yesari, Bir Aşk Uçurumu"nda sadece iş hayatını değil aynı zamanda işinden haksız yere çıkarılan çalışanların yaşadıkları olumsuzlukları da realist bir biçimde gözler önüne serer. İstanbul'un arka sokakları roman kahramanı Fikri ve Remziye üzerinden anlatılır. Adıyla popüler bir aşk romanı izlenimi verse de Bir Aşk Uçurumu, içeriğiyle toplumsal kurumlara, çalışma hayatındaki yozlaşmaya, yoksulluğa, insanların ahlaki düşkünlüğüne işaret eder. Romanda üzerine gidilen ahlaki problemlerin yoksulluktan kaynaklandığı apaçıktır. Yoksulluğu, eşitlikten ve adaletten uzak bir düzen âdeta sabitlemiştir. Birbirini seven, yakın bir zamanda evlenme hayalleri kuran iki gencin arasındaki "aşk uçurumu"nun nedeni adaletsiz düzendir.
Bir Aşk Uçurumu'nda sadece iş hayatının zorlukları konu edilmez. Fikri'nin işten çıkarıldıktan sonra yaşadıkları, İstanbul'un arka sokaklarını görmeye de olanak verir. Ayrıca Mahmut Yesari'nin birçok romanının önemli mekânlarından biri olan "mahalle" de romanın temasını destekleyecek biçimde öne çıkar. Mahalle baskısı, bireyi öğütmeye başlar ve aşk uçurumunu derinleştirir.Roman, bugünün okuru için yazıldığı dönemin toplumsal şartları hakkında önemli bilgiler veriyor.
Çolpan Kitap Tel:(0312) 419 80 96
***
5 oyun ve 2 senaryo
Yerli ve milli tiyatro alanında geçmişten beri kıymetli oyunlar kaleme alan pek çok yazarımız vardır. Türkiye'de son 40 yıldan beri bu sahada emek veren isimlerden biri de Üstün İnanç'tır.
Usta romancımız, tiyatro alanında da öncülük yapmış ve seçkin eserlere imza atmıştır.
Mihrabad Yayınları, Üstün İnanç'ın sahnelendiği yıllarda büyük alaka gören "Göksultan" , "Makedonya Gamzesi", "Bir Gül Koşusu", "İbrahim Müteferrika" ve "Cancağızım"ı adlı oyunlarını "Tiyatro Eserlerim" adlı kitapta buluşturdu.
Kitapta ayrıca İnanç'ın "Celaleddin Harizmşâh" ile "Kınalı Kuzular" adlı senaryoları da takdim ediliyor.
Mihrabad Yayınları Tel:(0212) 514 28 28
***
KÜTÜPHANEMDEN:
Korona günlerinde Lokman Hekim hasreti
Ölümden gayrı her derde deva bulmasıyla bilinen Lokman Hekim'in adını duymayan hemen yok gibidir. Ama hakkındaki rivayetler pek muhteliftir. Belki de asırlar boyunca nesilden nesile insanların ilgi odağı olması, hakkında söylenen bu efsanelerden kaynaklanmış olabilir. Onunla ilgili kitapların her dönemde büyük alaka gördüğü bilinmekte. İşte onlardan biri de İlhan Yardımcı'nın, "Hazreti Lokman ve Sağlık Öğütleri" kitabı. İlk baskısı 1969 yılında Lokman Laboratuarı Sağlık Yayınları tarafından yapılan kitabın "Lokman Hekim Kimdir?" başlıklı girişinde şöyle denilmekte:
"Kur'an-ı Kerim'de yer alan 'Lokman Suresi', Lokman Hekim'in varlığından ve Allah'ın ona verdiği hikmetten bahseder. Türk ve İslam aleminin her bucağında Lokman Hekim'den söz edilir. Dertlilerin dermanı Lokman Hekim, şifaların kaynağı Lokman Hekim, yaraların merhemi yine Lokman Hekimdir haklımızın arasında... Lokman Hekim'in Nebi veya Veli olduğu hakkında münakaşa vardır. Lokman Hekim ister Nebi, ister Veli olsun, zamanımıza kadar gelen gerçek, Lokman Hekim'in tababetin piri olduğu ve tababet ilmine büyük hizmetleri dokunduğudur"
Değerli halk bilim araştırmacısı Cahit Öztelli de eserle ilgili şunları söylüyor:
"Yazar, şükran değer eserine Lokman Hekim'i tanıtmayla başlamış. Eserin 45. sahifesine kadar akıllara durgunluk veren Hazreti Lokman'ın hikmetleri anlatılıyor. Bilhassa hekimin, her türlü nebadatla lisan-ı hal ile sohbet etmesi ve onlardan aldığı, 'Ben şu derdin devasıyım' şeklindeki cevaplar neticesinde bütün hastalıklara deva bulduğu okuyucuyu en çok alakadar eden bahislerdir"
(Ahmet Yabuloğlu)