Dünya Hâli ve Hâlce
“Yağmur, çürüyen kalabalığın tam ortasında/ Yağmur, dünya ile aşkın ortasında / Her yüzde aynı gölge, her seste aynı hüzün/ Döndükçe herkes mağlup seferden/ Bu bıçağı ben tutuyorum kesik ellerimle/ Bırakmam acı tenden ruha geçmedikçe...”
Memduh Atalay’ın Fikir Teknesi yayınlarından iki şiir kitabı birden çıktı... Yukarıdaki dizeler kitaba da adını veren ’Dünya Hâli’nden... Diğeri se ’Hâlce’...
Şair, sadece ’gözlemleyen’değil, aynı zamanda ’yaşayan’ olduğunda eserlerine kendisi siniyor... Bir oryantalistin ilk defa karşılaştığı Eyüp Sultan Camii’ni anlattığı gibi olmuyor... Her satırına, üzerindeki izler, tecrübeler, hayal kırıklıkları, Yusufça düşülen kuyular, yangınlar, hüzün, zafer tatları, ümitler, gel-gitler, hep kendinden olanlar nakşediliyor...
Şiir büyülü bir alan... Yazıda bir çuvala sözle anlatamadığınızı bir kaç kelimeye sığdıran farklı bir dünya... Hele ki, “Her Musa’ya bin firavun hazırlayan” bu çağda... Şair’in dediği gibi: “Denize atalım gel tüm yükümüzü/ Atalım denize de görelim neyleriz/ Varlığın yaygarasında son oyunu/ Kazanmasak biz ne kaybederiz...”
Kazananların aslında hiçbir şey kazanmadığı, kaybedenlerin ise kaybetmediği bu çirkin oyuna ayna tutuyor şiirlerinde Memduh Atalay... ’Son’u olana ’sonsuz’u hatırlatmaya ve ’sonsuz’un sonsuz hikmetlerine: “Merhamet sonsuz bir deniz, ötesi yok/ Sura kadar emaneti saklar ölüm/ Elbet ulaşır bu yolculuk vatana/ Selam olsun tabutumdan tutup toprak atana/ Ben yaşamak oyununa şaşarım/ Oyuncular sonsuzlukta yatana”...
Veyahut da “Taş ve ruh, gül ve kan/ Gecenin koynunda çoğalan güneş/ Bir bahar tazeliğidir hayat/ Ölüm yalnızlık şairine eş...”
Mücadelenin içinden gelmek şairi de de onun şiirini de farklı kılıyor... Eğreti durmuyor dizeler, gönül, haklılık hissi ve cesamet kokuyor... “Önce istikrarsa ekmek meselesi işte/ Ne çok ekmeğiniz var paylaşılmayan, yoksulların yemediği/ Karıncasınız toplayın sonra salon çıkartması/ Eşyası adından önce gelen Tekasür kulları... Ne çok geminiz var ne çok Nuh’unuz/ Kendi gemisinde korsan/ Kanonlarına köle/ Karun gölgesi düşmüş üzerlerine...”
Atalay, Viyana’da ucu kırılmış kılıcın izini süren bir dâvâ şairi aslında ama o fitne yangınında can veren başka şaire ’ruhdaşım’ unvanını yakıştıracak kadar da insanlığın peşinde: “Kendime yürüyorum/ Gece ile koyun koyuna/ Sen dön gittiğin seferlerden/ Ben yerimde yokum/ Aslında ben/ Hiç var olmadım ki/ Sesim de çatallı/ Elimde ruhdaşım şair Metin Altıok/ Sınadım kendimi karşılıklı acıyla/ Ben hep ölüme ve aşka inandım...”
’Yemen’e de benim ağam Yemen’e/ Od düştüğü yeri yakar kime ne’ türkülerini yürekleriyle söyleyenlerin izdüşümüdür acılarımız, kaygılarımız, kavgalarımız, direnme çabalarımız... Onun için sesleniyor şair: “Ağır aksak bir ölüm türküsü/ Bir ses muratsız yiğitlerin ardından/ Mezar taşlarında yükselen/ Türkülerle ölüyorum...”
“Kılıçsız da çıksak meydana zafer bizim/ Türklük budur işte” diyen Atalay’ın sıkça işlediği ölüm teması bir zafer edası aslında: “Tüm krallar hasmımdır, ilân ediyorum/ Köleler kardeşlerim olmasa da/ Ben tek kişilik bir ümmet olarak/ Toprağa kök salan tarihler boyu var olan/ Ölür gibi sevenlerin meclisinde/ En güzel yalnızlığı kent kent taşıyan/ Soluk gülleri okşayan/ Bir ölüm alfabesinde/ Sessiz harf’im... Ölüm tarih boyunca/ Mührünü şairlere vermiştir/ Aşkın yarım elma/ Dervişin bade verdiği gibi/ Krallar ölür, şairler ölmez/ Şükür kraldan ve efradından değilim/ Yaşasın ölüm!..”
’Dünya Hâli’ ve ’Hâlce’şiir dünyamıza hayırlı olsun... Memduh Atalay’ın şahsında, ’varlığı anlama ve anlamlandırma’ çabası içindeki bütün ’sessiz harfler’e selâm olsun...