Benliklerindeki çatışmalarla yaşar onlar ve itiraf etmeseler de şiddetle arzuladıkları o huzuru asla bulamazlar. Kendilerini iyi tanımayı başardıkları için de boş yere aramazlar. Ve onlar kendilerinin bulamayacağı huzuru başkalarının bulması için yaşarlar biraz da.
Bilmenin acı vereceğini bildikleri halde vazgeçemezler öğrenmekten yine de. Öğrendikçe acı çeker, acı çektikçe öğrenirler.
Tutkuludur onlar ve bu tutkuların hayatlarının iplerini eline almasına engel olamazlar. Her duyguyu, sonuna kadar tutkuyla yaşarken bırakırlar kendilerini ruhlarındaki çağlayanların amansız girdaplarına. Ve bunun içindir ki düzen kavramı yer bulamaz onların hayatlarında.
Kendileriyle barışık bir hayat, bir nevi ölüm sayılır onlar için. Savaşların en acımasızını, en kıyıcısını, en acı verenini, en yara kanatanını kendileriyle yaparlar. Cehennemi kendi içlerinde yaratan ve bunu saklamayı en iyi becerenlerdir onlar.
Bazı savaşları kazanmış görünseler bile, daima yenilginin kutsanmış bir yoldaşı gibi görmekten alamazlar kendilerini.
Kaçak olarak tanımlayamazsınız onları, olsa olsa kendilerinden uzaklaşmaya çalışan birer gezgin diyebilirsiniz ancak. Çünkü kaçamaz onlar ve yolları nereye düşerse düşsün, içlerindeki amansız kavgaları da yanlarında götürürler.
Düşünceyi ve insanı yargılarken yakalayamazsınız onları, anlamanın peşindedirler çünkü.
Bu hayatta çok az kalın çizgileri vardır. Ki bunlar da insanı insan yapan temel ve asla ödün verilmemesi gereken değerlerle sınırlanmıştır.
Hayatta en yakıcı acılar, en büyük darbeler, en derin hüzünler onların payına düşer genellikle, ama tuhaftır ki, acının en azını tatmış insanlardan bile daha çok severler hayatı yine de.
Belirli bir yüzleri, ayırt edici fiziksel özellikleri yoktur ve koca bir hayatı kendi içlerinde yaşar onlar.
Ve birer kaybeden sayılsalar da bakıldığında, aslında kazanandır onlar.
Zira, kendisinin ve insanın ruhunun derinliklerine yaptığı ve büyük acılarla muhteşem hazların at başı gittiği destansı yürüyüşten zaferle çıkan Dostoyevski'nin kader ortaklarıdır onlar…
***
BEYEFENDİ
Bu finansçı başka...
1980'li yılların ortaları. 25 yaşlarındaki çalışan sevdiği kadınla evlenmek üzeredir, ancak maaş az, birikmiş para yoktur. Akla gelen ilk seçenek işyerinden maaştan kesilmek üzere avans istemektir. Genel müdüre çıkarak derdini anlatır genç adam. Maaşının yaklaşık 10 katı kadar avans ister, her ay maaşından kesilmek kaydıyla. Başına dert almak istemeyen, patrondan daha çok patroncu bir adam olan genel müdür istenen parayı çok bulur ve ancak çok azını verebileceğini söyler. Önerdiği miktar, genç adamın derdine çare değildir. Düşünüp taşınır ve işyerinde para musluğunun başındaki adamı ziyaret eder. Tam da o sıralarda iyi paraya transfer teklifi almıştır bir reklam ajansından. Pazarlık çetin geçer ve bu teklifi de sürer pazarlık masasına. Parayı yöneten adam elemanı kaybetmek istememektedir. Ancak genel müdüre ters gelecek bir şey de yapmak istemez. Birkaç dakika düşünür ve bir hal yolu bulur, bu çözüme odaklı adam...
Şöyle der ve kısa bir süre için susar:
"Sana maaşının 10 katı olan bu parayı vereceğim. Ancak koşullar biraz farklı olacak. Maaşından kesilmeyecek bu para..."
Tuhaf bir durumla karşı karşıya olduğunu düşünür genç adam. Acaba finans müdürü nasıl devam edecektir?
Müdür devam eder: "Buradan ayrılır ya da emekli olursan, ancak o zaman bizden alacağın tazminattan kesilecek bu para."
Sevinçle karışık bir şaşkınlığın kollarında bulur kendini genç çalışan. Artık rahatça evlenebilecektir. Parayı tanrı bilir ne zaman geri ödeyecektir. Harika bir durum...
Müdüre teşekkür ederek ayrılır ofisten.
Ve masasına dönerken söylenir...
Enflasyon yüzde 100'ün üstünde. Zira bu yıl 200 liraya aldığın bir ayakkabıya bir yıl sonra 350 lira ödüyorsun. Sendikalar zam pazarlığını en az yüzde 150'den açıyor. Daha kaç yıl böyle gidecek tanrı bilir. Belki de 15-20 yıl... Aldığım avans çerez parası bile olmayabilir ödeyeceğim zaman...
Gerçekten de düşündüğü gibi olur. Yıl 2001 ve enflasyon hala çok yüksek. Ayrılıyor işyerinden ve tazminatını alıyor. Evraklar arasında "bedava" avansın kesildiğine dair bir belge de vardır. Tazminatının binde biri kesilmiştir! Gülümser ve bir teşekkür sarkıtır finans müdürüne Beyefendi...
***
FOTOHABER
Yazıyı görünce Fransız Türkolog Jean Paul Roux'un "Türklerin tarihi zaman zaman kan ve şiddetin zaman zaman da ince bir sanat zevkinin galebe çaldığı bir tarihtir" sözü düştü zihnime. Sözde doğruluk payı var, ancak bizi tanımlamakta yetersiz diye düşündüm. Zira biz çok daha fazlasıyız... Bir kısacık cümlede neler diyoruz... Buraya çöp dökmek ayıptır. Yakışmaz. Döken öküzdür. Mahlukattır. Yapmayınız lütfen demiyoruz. Yapma lan diyoruz. Ve dahası: Mahlukatın anladığı dilden uyarıyoruz mahlukatı...Daha ne olsun...
***
İŞTE O KADAR
Her erkek iki kadına aşık oIur. Biri hayallerinde yarattığı, diğeriyse henüz doğmamış olandır.
Halil Cibran
***
OKUYUNUZ
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin. Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin. Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin. Okurken içinizi huzurla dolduracak, yüreğinizi ısıtacak, iyilik, sevgi, dostluk ve mutluluğu dile getiren birbirinden güzel 52 adet hikâyeden derlendi, "Kahve Kokulu Hikayeler" adını taşıyan bu kitap. Hayata keyifli bir mola verip, kargaşadan, sıkıntılardan biraz olsun uzaklaşmak isteyenlere...