Dostoyevski ve Türkler / İsmail Özcan

Dostoyevski ve Türkler / İsmail Özcan

2021, 11 Kasım 1821’de doğan ve dünyanın en büyük yazarlarından biri olarak kabul edilen Rus yazar Dostoyevski’nin doğumunun 200. yılı. Bu vesileyle geçtiğimiz günlerde çeşitli basın yayın organlarıyla sosyal medya platformlarında Dostoyevski ve eserleriyle ilgili yazılar yer aldı ve bu devam ediyor. Bu yıl dönümü ile ilgili olarak başka ülkelerde de benzer yayınlar yapıldığına kuşku yoktur.

Dostoyevski’nin dünya edebiyatındaki yeri o kadar sağlam, o kadar tartışmasız ki, başta kendi ülkesi olmak üzere hiçbir ülkede bu genel kabule aykırı olumsuz bir değerlendirmeye rastlanmaz. Tersine bütün dünyada edebiyatçılar, yazarlar ve aydınlar Dostoyevski’nin bir yazar, bir romancı olarak büyüklüğünü, aşılamazlığını, bir benzerine rastlamanın pek mümkün olmadığını kanıtlama çabalarını hâlâ sürdürüyorlar.

Dünyanın en büyük biyografi yazarlarından biri olan Alman yazar Stefan Zweig, Üç Büyük Usta / Balzac-Dickens-Dostoyevski adlı çok tanınan eserinde en geniş yeri Dostoyevski’ye veriyor; en değerli nitelemeleri Dostoyevski için yapıyor. Söz konusu kitabı okuyan bir kimsenin Dostoyevski’ye hayranlık duymaması mümkün değildir. Dostoyevski için hemen her ülkedeki değerlendirme hep bu şekilde büyütme, yüceltme, ululama yönündedir.

Dostoyevski’ye Türkiye’deki bakışın ve değerlendirmenin de bunlardan hiç farkı yoktur. Dostoyevski Türkiye’de de edebiyatçılar, yazarlar, aydınlar için erişilmez, aşılmaz; edebiyatın gurusu olarak görülen bir yazardır.

“Dünyada üç büyük romancı var: Dostoyevski, Balzac, Faulkner”, Kemal Tahir’in her fırsatta tekrarladığı bir sözdür.

Cemil Meriç, Dostoyevski’den, çok samimi bir arkadaşından, ahbabından bahseder gibi “Dosto” diye bahsediyor.

Muhafazakâr kesimin önde gelen entelektüeli Nuri Pakdil, “Ben Karamazov Kardeşleri okumayana adam demem” diyor.

Ülkemizde Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay’dan Orhan Pamuk’a bilinen tanınan birçok yazar Dostoyevski ve romanlarına hayranlıkta yarış halindedir.

Dostoyevski gerçekten bütün eserlerinde insan denen varlığın problemlerini masaya yatıran; kahramanları üzerinden insanlık için derin ruhsal analizlere girişen; onlara uzun uzun felsefi tartışmalar yaptıran; toplumsal sorunlar üzerinde beyin fırtınaları estiren; Tanrı, din, ruh, öbür dünya gibi metafizik konuları derinlemesine kurcalayan bir yazardır.

Karamazov Kardeşler ile Suç ve Ceza Dostoyevski’nin bu anlamdaki hem en önemli hem de en hacimli romanlarıdır. Dünya edebiyatında yazarlarıyla özdeşleşmiş romanlar sayılıdır. Karamazov Kardeşler ile Suç ve Ceza da Dostoyevski ile özdeşleşmiş eserlerdir. Türk Nobelisti Orhan Pamuk, Karamazov Kardeşleri bütün zamanların en büyük romanı olarak niteliyor.

Dostoyevski kendisiyle özdeşleşmiş, kült haline gelmiş bu iki romanından biri olan Karamazov Kardeşler’de biz Türklere tarihi gerçeklerle hiç örtüşmeyen suçlamalarda bulunuyor. Bizi çok zalim ve çok acımasız gösteriyor!

İşte o satırlardan bir bölüm:

“Aslında insanın acımasızlığı zaman zaman ‘vahşi’ sözcüğü ile ifade edilir, ama bu vahşi hayvanlara yapılan bir haksızlık ve hakarettir. Vahşi hayvan hiçbir zaman zevk almak bakımından bir insan kadar acımasız olamaz. Bir kaplan sadece parçalar, kemirir ve sadece bunu yapabilir. Yapabilse bile bütün gece insanları kulaklarından çivilemek aklına gelmez. Bununla birlikte bu Türkler, çocuklara büyük bir zevk alarak işkence etmişler, onları analarının karnından hançerle çıkarıp almaktan emzikteki bebekleri havaya fırlatıp analarının gözü önünde süngüleriyle yakalamaya kadar pek çok şey yapmışlar. Asıl zevki analarının gözlerine bakarak almışlar. İşte benim en çok ilgimi çeken bir tablo, hayalinde canlandır: Tir tir titreyen ananın kucağında bir bebek. Çevresini sarmışlar, neşeli bir oyun başlatıyorlar. Bebeği okşuyorlar, onu güldürmek için gülüyorlar ve bebeği güldürmeyi başarıyorlar. Bu anda Türk, bebeğin yüzüne dört veşok (4-5 cm.lik) mesafeden tabancasını doğrultuyor. Çocuk sevinçle gülüyor, tabancayı yakalamak için elini uzatıyor ve birden bu artist tetiği çekiyor ve bebeğin beynini dağıtıyor…” (Karamazov Kardeşler, İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Baskı: 2009, sayfa: 310. Çeviren: Nihal Yalaza Taluy).

Bunlar ve benzeri başka satırlar Türklerin tarihi âlicenaplık imajıyla tam bir çelişki arz etmektedir. Çünkü Türk’ün sıradan insanı da cephedeki askeri de âlicenaplığı ile tanınmıştır. Yerdeki yüze basmaz, aman dileyene kılıç kaldırmaz. Kaderi eline geçmiş insanlara kötü muamelede bulunmaz. Savaş sırasında cephe gerisinde kendi halindeki kadın, çocuk yaşlı insanlara ilişmez. Esir aldığı düşman askerinin yarasını sarar, yiyeceğini onunla paylaşır. Birçok Batılı muhabir, yazar ve tarihçi Türk askerinin bu özelliklerinin tanığıdır ve bu konuda kitaplar yazmışlardır.

Alıntıladığımız satırları Dostoyevski’nin büyük romancılığını kanıtlama yarışına giren Türk yazar ve aydınlarından hiçbiri görmedi mi? Bugüne kadar hiçbir tarihi gerçeğe dayanmayan bu suçlamayı gündeme getiren hiçbir Türk yazar ve aydını bilinmiyor. Başka ülkelerin yazarları, aydınları, okurları romandaki biz Türklerle ilgili bu satırların farkına bile varmadan veya üzerinde durmaya değer görmeden okuyabilirler. Ama kim olursa olsun bir Türk okuyucu nasıl olur da kendisi için onur kırıcı olan bu satırları görmez? Görünce de umursamaz?

Doğumunun 200. yılı vesilesiyle Türk ve dünya edebi çevrelerinde yeni değerlendirmelere konu olan Dostoyevski’nin bu mesnetsiz suçlaması artık gündeme gelmeli ve gerçekler açığa çıkarılmadır.