Doktorlarımızın dili
Malum salgın, doktorlarımızın kamuoyu önüne çıkmasına yol açtı. Sık sık televizyonlara çıkıyorlar, hastalıkla, hastalığın belirtileriyle, salgının sebepleri ve sonuçlarıyla ilgili bilgi veriyorlar. Akıcı ve güzel bir Türkçeleri var. Ekranlardaki birçok insan gibi kekelemiyorlar, her kelimeden sonra e sesini uzatarak konuşmalarını bölmüyorlar.
Ben bunun sebebini, tıp fakültelerinin yüksek puanlı öğrenci almaları olarak görüyorum. Yüksek öğretime giriş sınavları bilgi ve kültürü ölçmese de zekâyı ölçüyor; daha zeki olan gençler tıp ve mühendislik gibi alanları seçiyorlar. Hiç şüphesiz doktorlarımız zekâlarıyla da yetinmiyorlar. Tıp, uygulamalı bir alan olduğu için doktorlar, mesleklerini sürekli icra etmek zorunda kalıyorlar; bunun için de alanlarındaki gelişmeleri izliyorlar.
Sürekli hastalarla uğraşmak çok zor ve gerginlik yaratıcı bir iştir. Bu sebeple doktorlarımızın edebiyat, müzik gibi sanatlarla ilgilendiklerine de çok şahit oluyoruz. Kitap okumak, sanatla uğraşmak insanları sıkıntıdan, gerginlikten uzaklaştırır; dinginleştirir.
Salgın belasının her yanı sardığı, hayatımızı ciddi şekilde kısıtladığı bu dönemde yalnız doktorlar değil, sağlık alanında çalışan bütün insanlarımız büyük bir fedakârlıkla çalıştılar ve milletimizin takdirini kazandılar. Bu vesileyle kötü günde bir olmanın erdemini de gördük. Sağ olsunlar.
Ancak bir konuda doktorlarımıza itirazım var. Kendi aralarında sıkça kullandıkları yabancı terimleri ekranlarda da sürekli kullanıyorlar. Halkımızın büyük bir bölümü de bu terimleri anlamıyor. Bu konuda çevremden sık sık şikâyetler duyuyorum. Oysa kullanılan bazı yabancı kelimelerin, halkın anlayabileceği Türkçe karşılıkları var.
İşe semptom kelimesinden başlayabiliriz. Bu terime karşılık güzel bir kelime bulundu ve dilimize artık yerleşti: belirti. Bence doktorlarımız bu kelimeyi severek kullanmalı. Şimdi salgın yüzünden bir de asemptomatik çıktı. Söylenmesi zor, anlaşılması neredeyse imkânsız. Oysa bu terim için de belirtisiz diyebiliriz.
Son günlerde sık kullanılan bazı kelimeleri ve karşılıklarını şöyle sıralayabilirim.
Dezenfekte etmek: mikroptan arındırmak. Dezenfekte: mikroptan arındırılmış.
Entübe: makinaya (cihaza) bağlı. Vital bulgu: hayati bulgu.
Maksimum: en fazla, azami. Minimum: en az, asgari.
Aktif: etkin, faal. Aktivite: etkinlik, faaliyet.
Hibrit: karışımlı. Selektif: seçili, seçilmiş.
Enfekte: mikroplu, mikrop bulaşmış. Nötralize: dengelenmiş.
Fonksiyon: işlev, görev. Portör: taşıyıcı.
Bu arada bazı doktorlarımız da Türkçe olsun diye bulaş deyip duruyorlar. Emir kipinden çocuklarımıza isimler koyabiliriz: Yüksel, Yücel, Varol… Özellikle tek heceli fiillerin emir kiplerinden tekrar yoluyla bazı isimler de yapılabilir: çekyat, sürgit (etmek), yapsat, geçgeç…
Ancak tek bir fiilin emir kipiyle isim yapılamaz. Türkçeyi Hint-Avrupa dillerinden ayıran en önemli özelliklerden biri fiil kökleriyle isim köklerinin ayrı olmasıdır. Söz gelişi fly İngilizcede hem "uçmak" hem "sinek" demektir. Ama Türkçede sinek veya başka uçan bir şey için uç diye isim yapamazsınız. Bulaş kelimesinin kullanımına baktım; tam tamına bulaşma karşılığında olduğunu gördüm. Bulaşma dururken "bulaş"ı kullanmanın bence hiçbir anlamı yoktur.
Bu yazıda sadece bazı örnekler verdim. Sorun, 10-15 kelimede değildir. Aslolan anlaşabilmek ve Türkçe duyarlığıdır. Ben de biliyorum ki her mesleğin, her bilim dalının özel terimleri vardır. O meslek ve bilim dallarının öğrencileri de bu özel terimleri öğrenmelidir. Bir bilim dalının öğrenimini görenler, "Ben bunları anlamıyorum." deme hakkına sahip değildir. Bir mesleğe, bir bilim dalına adım atmak demek, her şeyden önce o bilim dalının terimlerini öğrenmek demektir. Hiçbir bilim dalı, günlük dilin kelimeleriyle yetinmez.
Ancak birçok meslek ve bilim dalının halkla teması gerektiren yönleri de vardır. İşte bu durumlarda halkın anlayabileceği kelimeleri kullanmak gerekir. Doktorlarımızın da bu gerekliliğe uyacaklarını düşünüyorum.