Dış politikada da Atatürk dehası
Yarın büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete göç edişinin 77. yıldönümü idrak ediliyor.
Öncelikle, büyük kurtarıcı Atatürk'ü sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anmak gerekiyor.
Atatürk'ün devrimlerle dolu hayat öyküsünde, daima başarılar üstüne başarılar sıralanıyor.
Büyük liderin, "dış politika" alanındaki maharetinin de "diplomasi kuralları"nı ve gereklerini aştığı gerçeği neredeyse bütün dünya tarafından onaylanıyor.
Atatürk, cesur ve süratli atakları, kararları ile "dış politika" alanlarında da bir "dahi" olduğunu ispatlıyor.
Nitekim, Neue Zürcher Zeitung gazetesinin 22 Kasım 1938 tarihli nüshasında, Atatürk'ün dış politikada ne kadar başarılı olduğunu en güzel şekilde yansıyor:
"Atatürk'ün cenaze töreni, onun son zaferi oldu.
Tabutunun önünde karşıtlarının hepsi sessiz kaldı.
Türk ve Alman askerleri, tabutunun arkasında bir sırada yürüdüler; bir diğer sırada Stalin ve Hitler'in temsilcileri yan yanaydılar; hem Cumhuriyetçiler hem de General Franco çelenk yollamışlardı.
Tabutunun önünde faşistler, demokratlar, komünistler eğildiler.
Her sınıfıyla birlikte olarak Türk halkı yakardı ve ağladı.
Zenginle fakir, yüksekle alçaklar arasında hiçbir fark yoktu.
Bugün Ankara'nın yaşamış olduğu, dünyanın hiçbir zaman görmediği bir törendi."
Zira, muhteşem geçmişe sahip bir İmparatorluk yıkılırken, yeni devletin ilk adımlarının atıldığı dönemde "dış politika" çok önem arz ediyor.
Atatürk'ün dış politikada amaçları; Tam bağımsızlık, Milli bir Devlet kurma, Batılılaşma ve mazlum milletlere örnek olmayla özetleniyor.
Hatay diplomasisi
Sadece, Hatay'ın topraklarımıza kazandırılması tutumu bile, Atatürk'ün ne denli "serinkanlı" ve "gerçekçi" politika güttüğünü gösteriyor.
Çok yakın bir zamana kadar dostumuz Suriye ile güdülen ve
iflas eden dış politikamıza karşın, Atatürk'ün Hatay sorununa bakış açısını Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya eserinden aktarmak da bize düşüyor:
"Hatay büyük ıstırabı idi. Sanki bir can sevgilisi ağyar kucağında imiş gibi, çırpınıyordu.
Bir akşam sivil arkadaşlarından birine;
Paşam, ne diye kendinizi bu kadar üzüyorsunuz! Yarın bir tümen asker yollarsınız Hatay'ı alırsınız. Almanlar Renani'ye girdiler de sanki Fransızlar ne yaptılar? Renani için harekete geçmeyenler Suriye'nin bir sancağı için mi Türkiye ile harbe kalkışacaklar? demesi üzerine gözleri birden durarak ve durularak:
Evet yarın sabah bir tümen asker yollasam, Hatay'ı alabilirim. Renani için harekete geçmeyen Fransızlar bile Suriye Sancağı için bizimle harbe girmezler. Bunu bilirim. Fakat ya bu sefer şeref ve namus meselesi yaparlarsa? Milletler belli olur mu?
Ben bir Sancak için Türkiye'yi harp tehlikesine sokmam, diye vermişti."
"Rahatsız" olmasına rağmen, Hatay'ın Türkiye'ye resmen bağlanması uğruna giriştiği "diplomasi" ve gösterdiği "metanet" büyük liderin, ne denli bir "Devlet adamı" olduğunu bir kez daha öne çıkarıyor.
Atatürk'ü daha iyi anlayabilmek için, izlediği dış politikayı araştırmak, özellikle ülkemizin son yıllarda içinde bulunduğu "tehlikeli" dönemde Türk Milletini bekliyor.
"Yurtta sulh cihanda sulh"
Hatırlanırsa; büyük önderin dış politikadaki ilkeleri ise "gerçekçilik" ile başlıyor, "hukuka bağlılık"la devam ediyor ve "yurtta sulh cihanda sulh" ile bitiyor.
Özellikle, "yurtta sulh cihanda sulh" ilkesi günümüze kadar önemini muhafaza ediyor ama ne yazık ki, uygulanmıyor.
Unutulmamalıdır ki Atatürk, gerek "Millî Mücadele Dönemi"nde, gerek sonraki yıllarda, ortaya çıkan her sorunu, ilk etapta barışçı yollarla çözmeye çalışmış, nadir liderler arasında yer alıyor.
Ne var ki, vefatının 77. yıldönümünde; dış politikamız çöküyor, hatta topraklarımız "istila" tehlikesi yaşıyor.
Öte yanda, Kıbrıs'ın Rumlara peşkeş çekilmenin sinsi adımları atılıyor.
Alev alev yanan bir Orta Doğu'da, bocalayan, ne yaptığını bilmeyen, en önemlisi "yalnız" bırakılan bir Türkiye'nin gerçekten de, Atatürk'e daha doğrusu ilkelerine ihtiyacı bulunuyor.