Diri toplum
İçinde yaşadığımız şartlar “vahim” kelimesiyle dahi açıklanamayacak kadar kötüdür. Kurucu atalarımız tarafından “kanla, irfanla” kurulan kutsal Cumhuriyet’in bütün kazanımları bir bir elden çıkmaktadır. Millî bayramlar yok derecesine indirilmiş, çeşitli bahanelerle kutlanmaz olmuştur. Millî kimliğimiz olan “Türklük” tartışılmaya açılmış, ülkeyi “bilfiil” yönetenler tarafından “Türklük” kavramının anayasadan çıkarılması teşebbüslerine girişilmiştir. “Ne mutlu Türküm diyene!” ve “Türküm, doğruyum, çalışkanım” sözlerinin üzerine kara bulutlar örtülmüştür. Toplumu birleştirici ve kaynaştırıcı “laiklik” ilkesi durmadan çiğnenmekte; “kutsal bir iman” konusu olan “din” siyasetin kirletici ve süflileştirici ayakları altında ezilmektedir. Millî servet yabancılara peşkeş çekilmekte, vatan toprakları kansız ve silahsız olarak “haçlı” zihniyetinin temsilcilerine teslim edilmektedir. Ve nihayet, ülkenin bölünebileceği medya organlarında açıkça dile getirilmekte; yüz binlerce şehidin kanıyla ve atalarımızın emekleriyle sahip olduğumuz vatanımızdan ikinci bir devlet çıkarmak isteyen bölücü terör örgütü her gün nice vatan evladını şehit etmektedir. Bunların sadece bir tanesi bile insanlarımızı ayağa kaldırmalı ve yer yerinden oynamalıydı.
İki muhalefet partisi var. Her ikisi de milyonlarca oyun sahibi. Olanları durmadan eleştiriyorlar. Hem de en ağır dille eleştiriyorlar. Fakat sorumluların bir kulağından giriyor, öbür kulağından çıkıyor. Hatta belki de hiç kulaklarına girmiyor. O zaman ne yapmalı?
İki parti de on binleri meydanlara toplayamaz mı? Her hafta, hatta her gün on binleri harekete getiremez mi? ifade ettikleri gibi durum bu kadar vahimse bunu yapmaları gerekmez mi? Düşman bayrakları çekildikten sonra mı harekete geçecekler? Diri bir toplum, olanlar karşısında meydanları doldurmalı değil mi?
Millî bayramlar şu veya bu bahaneyle kutlanmıyorsa on binler şehirlerin ana caddelerine, meydanlarına dolup kendileri bayramları kutlayamazlar mı? 30 Ağustos zaferi ülkemizden toprak koparmak isteyenlere karşı kazanılmadı mı? Şimdi de tam sırası değil mi? Ülkemizden toprak koparmaya çalışanlar askerimizi, polisimizi, çoluğumuzu çocuğumuzu şehit etmiyor mu? Bayrakları açarak meydanlara toplanmak, “ne mutlu Türküm diyene!” diye haykırmak demokratik tepki değil mi? Sadece cenazelerde mi içimizi dökeceğiz?
Bölücü terörle mücadele eden millî kahramanlar sanki kahramanlıklarının cezasını ödüyorlar. Askerine, polisine, siviline, hem de bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuz günlerde bunları reva görenlere tepkimiz bu kadar mı olmalı? Ne diyor Harbiye Marşı?
Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyız,
Tufanları gösteren tarihlerin yâdıyız.
Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti,
Cehennemler kudursa ölmez nigâhbânıyız.
Yaşa varol Harbiye! Yıkılmaz satvetinle;
Göklerden gelen bir ses sana ne diyor, dinle!
Türk vatanı üstünde sönmez güneşsin sen;
Kartal yuvalarında hürdür millet seninle.
Bedenlerimiz dört duvar arasına sıkıştırılmış. Ellerimize kelepçe, ayaklarımıza pranga vurulmuş. Ağzımız da bantlanmış değil ya! Her gün saat 10’da, 14’te, 17’de hançerelerimiz yırtılırcasına marşımızı haykırsak, bedenlerimizi sıkıştıran duvarları çınlatsak bize kim ne diyebilir? Sonra da marş o duvarlardan geçerek memleket semalarına yayılsa ve aynı saatlerde büyük şehirlerin caddelerinde yankılansa kim ne diyebilir? Üzerine ölü toprağı serpilmemiş diri bir toplumdan bahsediyorum. Diri bir toplumun gösterebileceği silahsız, kansız, demokratik bir toplumdan bahsediyorum. Canlanıp haykırmaya başlamadığı takdirde her şeyini kaybedecek bir toplumdan bahsediyorum. “Kanla, irfanla” kurduğumuz Cumhuriyeti “zillet”le teslim mi edeceğiz?