Direniş ve kolektif bilinç altı
Gezi Parkı dolayısıyla başlayan olaylar hakkında çok çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Başbakanın olayları bizzat tırmandırmasından dış güçlere kadar uzanan birçok yorum. Ben genellikle olayları çıplak olarak görmeyi tercih edenlerdenim. Ancak tarihin, coğrafyanın, genetik ve kültürel mirasın da toplumların düşünüş ve davranışlarında etkili olduğuna inanırım. Elbette bu etkilerin ne zaman, hangi şart ve şekillerde ortaya çıkacağı kesin olarak kestirilemez; ancak bazı tahminlerde bulunulabilir.
Toplumların düşünüş ve davranışlarını etkileyen faktörlerden biri de arşetiplerdir. Carl Gustav Jung arşetip terimini, “instinct (içgüdü)” teriminin psişik karşılığı olarak düşünmüştür. İçgüdüler, bilinç altından kaynaklanan fizikî dürtüler; arşetipler ise bilinç altından kaynaklanan psişik (ruhi?) dürtülerdir. Toplumların ve hatta genel olarak insanlığın başlangıç çağlarına ait olup bilinç altına itilmiş bulunan bazı psişik dürtüler arşetipleri oluşturur. İnsanlığın oluşum çağlarına veya milletlerin mitolojik çağlarına ait arşetipler kolektif bilinç altında yer almıştır ve zaman zaman onların davranış ve düşünüş tarzlarına tesir ederler.
Türklüğün mitolojik çağlarına ait arşetiplerden biri “atalar kültü”dür. Türkler ata ruhlarının ölmediğine ve kutsal olduğuna inanırlar. Mısırlı Türk tarihçisi Ebûbekir bin Abdullah bin Aybek ed-Devâdârî’nin 1330 yılında yazdığı tarih kitaplarında, Türk mitolojisine göre ilk insanın Ulu Ay Ataçı adını taşıdığı, onun oğlu Altun Han’ın Türklerin ilk atası olduğu, öldüğü zaman vücudunun altın bir heykel içine yerleştirilip Ulu Kara Tağçı adı verilen bir dağdaki mağaraya konulduğu ve Türklerin her yıl bu mağarayı ziyaret ettikleri kayıtlıdır.
Çin kaynaklarına göre Hunlar ve Köktürkler çağında da Türkler yılın belli bir döneminde atalarının bulunduğu mağaradaki mezarları ziyaret ederlermiş. Nihayet Oğuz Han’ın da ilk Osmanlı tarihleri başta olmak üzere birçok kaynakta âdeta kutsal bir ata gibi telakki edildiği bilinmektedir.
İşte Türklerin Atatürk’e bağlılıklarını, Anıtkabir’i büyük kalabalıklar hâlinde ve sık sık ziyaret edişlerini, bayraklarına Atatürk resmini eklemelerini bu bilgiler ışığında da değerlendirmek gerekir. Atatürk âdeta eski atalar gibi bir arşetip hâline gelmiş ve Türklerin kolektif bilinç altında önemli bir yer tutmuştur. Bu kadar yakın bir dönemi bilinç altı ile açıklamak biraz garip gelebilir. Ancak milletimizin büyük çoğunluğunun Atatürk ve yaptıkları hakkında sağlam ve ayrıntılı tarihî bilgilere sahip olmadığını, bölük pörçük bir takım bilgi ve rivayetlerin âdeta efsane hâlinde algılandığını düşünürsek olayı bilinç ile değil bilinç altıyla açıklamanın pek de garip olmadığını söyleyebiliriz.
Tencere tava çalmanın da güneş ve ay tutulması sırasında hâlâ uygulanan bir ritüel olduğunu hatırlayalım. Türklerin şamanlık dönemlerinde bir takım şeyler çalarak ses ve gürültü çıkarmak, kötü ruhları kovalamak için uygulanan bir âdetti. Güneş ve ay tutulunca kap kacak çalmaya devam ediyoruz. Eh memleketin bugünkü hâline bakınca bundan âlâ güneş tutulması mı olur, diye sorasımız gelmiyor mu?
Eski Türklerde dağ, tepe, akarsu, ağaç gibi tabiata ait ulu varlıkların ruhları olduğuna inanılır ve onların incitilmemesine çalışılırdı. 11. yüzyılda sözlüğünü yazan Kâşgarlı Mahmud, Müslüman Türklerin Allah’a “Tanrı” dediklerini, fakat kâfir Türklerin ağaç, dağ gibi büyük olan her şeye “tanrı” dediklerini kaydeder ki bu bilgi tabiat varlıklarıyla ilgili kültün Kâşgarlı’ya kadar uzandığını gösterir. Bugünkü ağaç ve yeşil sevgisini de sadece Batı’dan gelen akımlara bağlamak yerine bu konuda Türklerin kolektif bilinç altlarındaki etkiyi de düşünmek doğru olur. Ortaya konan tepki ağaca ve yeşile karşı, taklide dayanan sun’i bir sevgiyi değil âdeta genetik mirastan gelen içten bir sevgiyi göstermektedir. Romancı Buket Uzuner de son yazılarından birinde Türklerdeki ağaç sevgisinin kamlık dönemlerine kadar uzandığı konusuna vukuflu bir şekilde temas etmiştir.
Sonuç olarak olaylara günün dar penceresinden bakmak ve onlar hakkında kolaya kaçan açıklamalar yapmak yerine coğrafyanın, kültürün, tarihin ve mitolojinin ufuklarında da dolaşarak daha derin yorumlar yapmanın da denenmesi gerektiğini düşünüyorum.