Dinden bağımsız düşünmek
Eskiler lâ-dinî derlerdi. "Dinî olmayan, din dışı, dinden bağımsız" anlamında. "Din dışı" terimi, dinsizlik kavramını da çağrıştırdığından lâ-dinî terimi için "dinden bağımsız" tanımını kullanmak daha uygundur. Çünkü lâ-dinî, "dinsiz" anlamında değil, "dinden bağımsız" anlamındadır.
Türkiye nüfusunun % 99'u Müslüman'dır ve hiç şüphesiz her Müslüman kendi dinî hayatını düzenlemek ve yaşamakta serbesttir. İnsanlar bireysel olarak inandıkları dinin emir ve yasaklarına uymak, ayinlerini yerine getirmek isterler. Toplum düzenini bozmadıkça inandığı dine uygun yaşamak her insanın hakkıdır.
Ancak din konusunda unutulmaması gereken çok önemli bir nokta vardır. O da şudur: Din, her şeyden önce bir iman, bir inanmak işidir. Mensup olduğunuz dinin kabullerine inanırsınız. Mesela bir Müslüman, Tanrı'nın varlığına, onun bir ve benzersiz olduğuna, peygambere Tanrı'dan vahiy geldiğine inanır. Başka dinlere mensup olan insanların da kendilerine özgü inanışları vardır. Çoğunlukla insanlar, dinlerinin kabullerine, kutsallarına, tartışmaksızın iman ederler.
Peki, "dinden bağımsız olmak" ne demektir ? Bir insan hem dindar, hem dinden bağımsız olabilir mi? Bence olabilir ve olmalıdır. Özellikle aydınların, düşünürlerin, bilim ve sanat adamlarının zihinleri "dinden bağımsız" olmalıdır. Aksi takdirde yaratıcı ve özgün olmaları zordur.
Şunu demek istiyorum. Herhangi bir konuda bir araştırma yapan, bir teori, bir düşünce geliştirmek isteyen insan, "Acaba benim dinim bu konuda ne diyor, acaba bu konuyu araştırırsam günaha girer miyim?" tereddüdü içinde olmamalıdır. Araştırmasını, teorisini dinden bağımsız olarak geliştirmelidir. Böyle tereddütler, düşüncenin ve araştırmanın önüne daha baştan engel olarak çıkar.
Elbette "dinden bağımsız düşünmek" bir tercih meselesidir. "Ben sadece öbür dünyamı mamur etmek istiyorum." diyebilir ve kendinizi dine adayabilirsiniz. Buna hiç kimse bir şey diyemez. Ama bu dünyada yaratıcı olmak, özgün düşüncelere, eserlere, buluşlara imza atmak istiyorsanız işinizi "dinden bağımsız" yapmalısınız.
Bu tutum, özellikle İslam âlemi için hayati derecede önemlidir. Türk, Arap, Acem, Pakistanlı, Malezyalı… Eğer İslam dünyası, Batı tarafından sömürülmek istemiyorsa, Batı'nın oyuncağı olmak istemiyorsa bilim ve sanata yönelmek, bu alanlarda Batı'yı geçmek zorundadır. Bunun için de bağımsız düşünmek, zihinleri, her türlü peşin fikir ve kabulden uzak tutmak şarttır. Bütün Müslümanlar tercihlerini "öbür dünyalarını mamur etmek" için kullanırlarsa, İslam âlemi, sömürülmekten asla kurtulamaz.
Bunları niçin yazıyorum? Batı'nın vahşi sömürü sistemine karşı Müslümanlarda iki türlü tavır görüyorum. Bir kısmının hiçbir şey umurunda değil. Sömürülmüşüz, aşağılanmışız, birbirimize kırdırılıyoruz… Sanki böyle şeyler olmuyor. Müslüman vatandaş namazında, abdestinde ya, dünya ne olursa olsun. O vatandaş öbür dünyasını kazanmakla meşgul.
Bir kısım Müslümanlar da bağırıyor, çağırıyor; haçlı, siyonist, evanjelist diye tozu dumana katıyor; düşmanların bayraklarını, resimlerini yakıyor, çiğniyor; Avrupa'ya, Amerika'ya haddini bildiriyor. Daha da ileri gidenler İhvan oluyor, El-kaide oluyor, Işid oluyor.
Netice? Sıfıra sıfır, elde var sıfır. Batı sömürmeye devam ediyor. Peki, nasıl oluyor da onlar hâkim, biz mahkûm oluyoruz? Çünkü onlar, bağımsız düşünmeye alışmış zihinleriyle düşünüyorlar, araştırıp inceliyorlar, üretiyorlar. Her gün binlerce patent. Yeni buluşlar, yeni eserler…
İslam dünyasında ise eller ya tespihte, ya pankartta. Akıllara gelince. Onlar Cennet yolunda.