Hurafeler üzerinde durmak başlı başına bir kitap hacmini gerektirir.
Son olarak gelelim İslâm''ın baş belası olan meseleye. Bu, örtülü (gizli) şirktir. Açık şirk bellidir. Herkes görür, bilir ve anlar. Örtülü şirk şahısları yücelte yücelte Allah''a ortak etmektir. Veli, ârif, şeyh, baba, dede, adı ne olursa olsun, bunlar Allah''a ortak edilmiş, bazen Allah''ın yerine geçirilmişlerdir. Allah''ın eşi, benzeri, ortağı yoktur, peygamberler dahil, kim olursa olsun, her ne olursa olsun O''na ortak olamaz, O olamaz. O zatında, sıfatlarında, fillerinde tektir, benzersizdir, sonsuz kudret sahibidir. Örtülü şirk, İslam dünyasının farkında olmaksızın çok ızdırap çektiği, hedeflerin unutturulduğu, bir çeşit afyonkeşleştirildiği bir konudur. Üstelik "Suret-i Haktan", Allah''tan görünerek, adeta O''nun adına takınılmış bir tavır, düşülmüş bir hüsrandır. Bütün anlamlar, ilkeler, hedefler altüst edilmiştir. Reform yapılacaksa, önce bu konuda yapılmalıdır.
Reform dediğimiz şey
Üç beş cümleyle geçiştirdiğimiz meseleleri, üzerine eğilirsek, açtıkça açabiliriz. İnsanlığın geçirdiği olumlu-olumsuz hikâyeyi bir tarafa bırakırsak, Müslümanların ondört yüzyıllık hikâyesi, çok acıdır. Din üstüne din, din içinde din, din paralelinde din oluşmuştur. Bunu üç beş cümleyle nasıl anlatacağız? Ama ne olursa olsun, anlatmalıyız. Reform dediğimiz şey, işte bu yamaları söküp atmak, altında temiz olanı açığa çıkarmaktır. Yoksa reform, İslâm''ı değiştirmek, ona yeni bir şekil vermek, yahut canımızın istediği şekle sokmak değildir. Madde madde toplamaya çalıştığımız bu sorunları, dinin özü, ilkeleri ve hedefleriyle test edip doğrusunu yakalarsak, örnekler halinde ilk sosyal laboratuvar dediğimiz yaşanmışlıklardan hareket edersek, yanlışlıklardan, sapmışlıklardan, eklenmişliklerden kurtuluruz. Bu kadar araştırma-incelemeye, bu kadar uzmana rağmen niye böyle? Bu soru üzerinde burada duramayacağız.
Bugün gerçek İslâm''ı, Müslümanlara anlatmak, ona yabancılaşan ve karşı çıkanlara anlatmaktan daha zor hale gelmişse, üzerinde düşünmek gerekir. Asırlardır Müslüman toplumlar, Kur''an dışında dolaşarak, İslâm''ın özü ve amaçları unutturularak eğitilmiş oldukları için, daha doğrusu eğitilmemiş oldukları için, bugün boşanmak isteyen karısını, eşi hemen çekip vurabiliyor. Onunla da kalmayıp, çocuklarını, anasını, babasını kesip biçiyor. Zina için dört şahit, beş yemin isteyen İslâm''ı bırakmış, zina şüphesi ile katliama girişiyor.
Toplum ve devlet...
İslâm''ı yanlış bir yola çekmiş, orada da en uca taşımış olmaktan söz ettik. Reform yapalım derken, bu ucun tam zıddından, öbür uçtan da söz etmek zorundayız. Sosyolojik kuraldır ki uç, ucu doğurabilir. Bazılarının yapmak istedikleri gibi. İslâm''ı, sipariş verilmiş bir din gibi yapamayız. Canımızın istediği şekle sokamayız. Kendi arzularımıza, kendi heveslerimize göre bir din yontamayız. Sipariş verilmiş bir din için, bilimi, teknolojiyi, çağı, çağdaşlığı, günün şartlarını istismar ederek alet etmek doğru olmaz. Hayat esasen buna imkân vermez. Buna rağmen toplumumuzda bunu düşünen tiplere ait tecrübeye sahibiz. İnsani ölçüler içinde, insanî tavır gereği, inanıp inanmamak normaldir. İslam da bunu zaten benimser, arzu ettiği bu olmasa da, dinde zorlama yoktur diyerek buna kapıları açmıştır. Ama "benim inandığım ve inanacağım şekilde bir din olsun" isteği meşru değildir. Demek istediklerimizi bir misalle somutlaştırmak istersek, ihtiyaçtan dolayı ve bilerek seçtiğimiz ve üzerinde biraz ayrıntılı durduğumuz kadın-erkek haklarını yine bu uçlar konusu için seçebiliriz. Zıt uçlar meselesi elbette bundan ibaret değildir ve her konuda görülebilir. Kadın-erkek meselesinde öbür uç nedir? Yeniliğin, çağdaşlığın, güncelliğin ve özgürlüğün istismarı toplumu sarsmasıdır. Özgürlüğün, özgürlükten çıkıp anarşi ve kaosa dönüşmesi aşırı bir uçtur. Kadın veya erkek, her istediğini yapabilir, istediği hayat tarzını yaşayabilir, istediği şekilde giyinip veya soyunabilir, istediği şekilde davranabilir mi? Hayır. İstek ve gidiş böyle görünse de, André Malrau''nun bir zamanlar dediği toplum ve devlet, kavşaktaki trafik polisi gibi olmayacaktır. Çünkü o nokta anarşi ve kaosun başlangıç noktasıdır. Her varlığın kendini savunma ve koruma hakkı olduğu gibi, toplumun da bu hakkı bulunur. Tarih de sürü tarihi şekline dönüşmez.
Tarihî varlık ve organizma...
İlk günden beri sürü hali yoktur. Esasen sürüde bile bir çoban veya yönetici bir hayvan bulunur. İnsan gruplarında, yani toplumda özgürlük, nizam ve düzen varsa vardır. Nizamın dışında özgürlük olamaz, olması mümkün değildir. O bir anarşi ve kaostur. Yeter ki nizam doğru ve meşru tesis edilmiş, kurallar doğru konmuş olsun, yeter ki adaletten sapılmasın. Kural ve nizamı, kim belirler? Değerlerimiz, manevî dünyamız, tarihimiz, seçkinleştirilmiş geleneklerimiz bunları ortaya koyar. Bunlardaki değişmeler de yine rasgele, kuralsız ve sebepsiz değildir. Bütün bunlar için, yabancılaşmamış, yozlaşmamış, âdil bir otorite gerekir. Hegel''in haklı olarak dediği gibi, tarihî varlık ve organizma olmadan, yani uygun bir devlet olmadan, fert, devamsız ve kıvamsız bir soyutlamadan ibarettir. Böyle soyut bir fert anlayışının hangi özgürlüğünden söz edeceğiz? Tarihî ve organik düzen olmadan özgürlük olmaz, anarşi ve kaos olur. Kadın ve erkek ayrı düzenlere değil, aynı düzene tâbidirler. Bu düzen, organizma ve hücre (toplum ve fert) ilişkisi gibidir. Organizma olmadan, midenin hücreleri, sindirim işini kendilerine mahsus serbestçe yerine getiremezler. Beyin hücreleri de, karaciğer hücreleri vb. de böyledir. Organizma düzen içinde olmadan, bu farklı hücrelerin yaptıkları ancak anarşiye dönüşür. Nitekim kanser böyle bir şeydir. Bir çeşit hücre anarşisidir. Toplumda da özgürlük için önce bir nizam şarttır. İşte uçlar, giderek bu nizamı bozabilir. "Kadın değişirse toplum değişir" sözü, doğru bir sözdür. Ancak aynı şey erkek için de geçerlidir. Bu doğru sözün devamı da vardır: "Kadın veya erkek yozlaşırsa, toplum da yozlaşır." O halde yorumu doğru yapmalı, reformu da doğru anlamalıdır.
İnanç psikolojisi...
Her asırda, tekrar tekrar, her teknoloji gelişmesinde yeniden, sipariş verilmiş bir İslam isteğiyle baş başa kalırsak, bu değiştirme içinde gün gelir İslam kaybolur, başka bir şeye, bir felsefeye dönüşür. İnanç psikolojisi, toplumsal gerçekler, topyekûn hayat kanunları, özel olarak vahyin korunmuşluğu buna kolay kolay fırsat ve izin vermez ama, unutmamalı ki insan, zarar vermekte de maharetli bir varlıktır. Bugünkü yobazlığı önümüze seren insanoğlu, bunun zıddındaki yobazlığı da zorlayabilir. Ancak bugün sorun olan ve hayatımızı zorlaştıran, kamplaşmayı ve çatışmaları besleyen, beriki uçtur. Bunlar değil midir ki insanımızı dinden soğutmuş, alay konusu yaptırtmış, İmam-Hatip öğrencileri arasında bile deizmin hızla arttığı araştırmasına yol açmıştır.