Dinde Reform Meselesi başlıklı yazımıza devam ediyoruz...
Merceğimizi şu boşanma konusuna yaklaştıralım. Ezber bozmaya devam edelim. Aşiret toplumlarında hukuk, yazılı değil, yazısız hukuktur, yani örf ve adetlerdir. Bu durum işlerin her zaman kötü olduğu anlamına gelmez. Ancak kötü kullanıma müsaittir ve hak ve hakikate yakınlığının ve ferdi ve toplumu koruyuculuğunun garantisi yoktur. İslam öncesi Arap toplumunda, her yerde olduğu gibi, yazısız aşiret hukuku, boşanmayı, tek yönlü erkeğin hakimiyetine vermiştir. Hak-hukuk anlamında kadına erkekle eşitlik kazandıran, esasen doğal hakkı olduğu kimlik ve şahsiyetini kadına veren İslam, boşanmayı da hukuka bağlamıştır. "Boşanma iki defadır (iki celsedir). Ondan sonra da iyilikle tutmak veya güzellikle ayrılmak gerekir" (Bakara-229). "Eğer karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir heyet ve kadının ailesinden bir heyet gönderiniz. Bunlar barışmak isterlerse, Allah aralarını bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır" (Nisa-35). "İddet sürelerini doldurduklarında onları ya uygun biçimde (meşru, ma''rûf) nikâhınız altında tutunuz, yahut onlardan meşru bir şekilde ayrılınız. İçinizde âdil iki kişiyi şahit tutunuz ve şahitliği Allah adına özenle yerine getiriniz..." (Talak-2). Düşününüz, bir din Kutsal Kitabında bir bölümün (sûrenin) adını kadın (Nisa) sûresi koyup, kadının hukukunu anlatıyor.
Düşünün Kutsal Kitap bir sûrenin adını boşanma (Talak) koyuyor ve boşanma hukuku getiriyor. Şahitliğe önem veriyor. Evlenirken, boşanırken, borç alır verirken (hem şahit olsun, hem de yazın diyor. Noterliğin ilk şekli) şahitliği şart koşuyor. Zinada dört şahit istiyor. Beş yemin istiyor. Bir yerde şahitlik varsa orada hukuk var demektir, adalet var demektir. Bir din düşünün yalancı şahitliği, bütün günahlardan üstün bir günah sayıyor ve cehennemlik addediyor.
Şimdi soruyoruz, şahitler kime götürülecek, kimin huzurunda olacak bu işler? Peygamber zamanında onun, ondan sonra ve diğer zamanlarda hâkim veya hakemlerin, yahut tayin edilen heyetlerin. Koca, yanında kimse olsun olmasın, kendi isteğiyle "boş ol!" demekle boşanma olmaz. Bir defa, üç defa, isterse yüz defa söylesin olmaz. Eğer bu tarzda boşanma oluyorsa, ortada bir yanlışlık, bir sapma var demektir. Nikâh kıyılırken, şahitler oluyor da boşanırken şahitsiz oluyor? Bunun İslâm''a uygunluğu nasıl söylenir?
İftiradan kurtuluş yok!
Hz. Peygamberin akrabası olan Zeynep, güzel ve zengince bir kızdır. Kölelikten azat edilmiş Zeyd''le, Hz. Peygamber tarafından nikâhlanıp, evlendirilmiştir. Fakat bir müddet sonra, şu veya bu sebeple geçimsizlik başlamış, ikisi de Hz. Peygamber''e başvurarak ayrılmak istemişlerdir. Burada kadının da boşanmak isteğini iletme hakkı olduğunu anlıyoruz. Hz. Peygamber, yani devlet isteği kabul etmemiştir. Bir müddet sonra, ikinci istek de reddedilmiştir. Eğer mesele, zannedildiği gibi olsaydı, Zeyd erkek olarak tek taraflı bir yetkiye sahip bulunsaydı, Zeyneb''e üç defa "Boş ol!" der, iş biterdi. Üstelik Zeynep de bunu istiyordu, kimse itiraz edemezdi. Fakat öyle olmamış, hâkime (Hz. Peygamber''e) başvurulmuştur. Sonra geçimsizlik devam edince boşanmaları kabul edilmiştir. Hem de bu sefer Hz. Peygamber de aşılarak yukarıdan (vahiyle) karar gelmiştir. Kur''an-ı Kerim''de şöyle denir: "Hani Allah''ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine yardım ettiğin kişiye, eşinden ayrılma, Allaha saygı duy! dediğin ânı hatırla..." (Ahzâb-37). Sonra dul olarak ortada kalan ve akrabası da olan Zeynep ile Hz. Peygamber evlenmiştir ki bu da aynı vahye tâbi olarak yapılmıştır. Bu konuda çirkin iddialarda bulunan ve iftiraya başvuran İslam karşıtlarının bütün söyledikleri yalan ve yanlıştır. Hz. Peygamber bu olayla da İslâm''ın yöneldiği bir meseleyi iki defa gerçekleştirmiş oldu: Boş ve kof asalet ve eşitsizliği yıkmak. Birincisi, asil diye iddia edilen ve güzel bir kızı, eski bir köleye vermek. İkincisi, bir köle artığıyla evlenmek. Hz. Peygamber, Zeyneb''e göz koymuş olsaydı, ilk günden onunla evlenmesine hiçbir engel yoktu. Üstelik de yakın akrabasıydı ve onu çok görmüştü. Kim iftiradan kurtulmuş ki Hz. Peygamber kurtulsun. Eşi Hz. Aişe de bir iftiraya uğramıştı. Hz. Peygamber mahzun olmuştu. Eğer boşanma zannedildiği gibi olsaydı, Hz. Peygamber, Aişe''yi boşardı. Kimse itiraz edemezdi. Nitekim bunu tavsiye edenler olmuştu. Fakat o, yukarının hâkimliğini ve hakemliğini bekledi. Vahiy Aişe''yi temize çıkardı.
Karşılıklı haklar vardır
Biz Kur''an''ı dinlemeye devam edelim. "Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra bunu ispat için dört şahit getirmeyenlere seksen sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar fasıktırlar" (Nûr-4). Eğer üçten dokuza boş ol! demekle iş bitmiş olsaydı, eşinin zina yaptığına inanan kişi, boş ol der, işi bitirir ve kurtulurdu. Oysa dört şahit istenmiştir, bunu yapmazsa, beş kademeli bir yemin merasimi vardır. Şimdi soruyoruz: Zina isnadında bulunan, dört şahidi kime götürecektir? Hâkime, yani devlete.
Bir kadın Hz. Peygambere gelip eşini şikâyet etmiş ve ayrılmak istediğini söylemişti. Ayrılma sebebi de cinsel konuydu. Bir kadın bunu Hz. Peygambere söyleyebiliyordu. Kadının bazı şartları yerine getirmesi istenmiştir. Burada önemli olan, kadının da ayrılık talebinde bulunabileceği konusudur. İslâmiyet''te boşanma, zannedildiği gibi kolay bir işlem değildir. "Allah''ın en sevmediği" bir helal türüdür. Bu mesele, Kur''an''ın ifadesiyle, "erkeklerin kadınlar üzerinde hakları, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır..." (Bakara-228) ilkesine uygun olacaktır.
Sözün özü karşılıklı haklar vardır. Hiçbir şey rasgele, keyfi, düzensiz, hukuksuz değildir.
Kadının toplumda görevi ve fonksiyonuna gelince, bu da ezber bozacak niteliktedir. Kur''an''a göre erkek-kadın arasında bir fark yoktur. Kur''an ikisini hep beraber zikreder. "İnanan erkekler ve inanan kadınlar", "ibadet eden erkekler ve kadınlar" vb. ikisine de ilim farzdır. Yani eğitim-öğretimde eşitlik mevcuttur. Eğer bunlar uygulanmamışsa kabahat İslâm''ın değil, bizimdir. Öğrenmede de öğretmede de eşittirler. Eğer kadın doktorluk öğrenmişse bunu icra eder. Aşçılık öğrenmişse, mühendislik öğrenmişse, bunları yapar. Hz. Peygamber zamanındaki uygulamalara bakalım. Hz. Peygamber, Medine''de kurulan çarşı pazarlarda ikisi kadın, ikisi erkek dört kişi görevlendirdi. Şifa (asıl adı Leyla) binti Abdullah, Semra binti Nuheyd. Erkeklerden Ömer bin Hattab, Abdullah bin Sa''d Usayha. Dördü de okuma yazma biliyordu. Bunlar o günün zabıta memurlarıydı. Hem erkeklerin, hem kadınların satış yaptığı tezgâhları denetliyorlardı. Kadınlar da çarşı pazarda satıcılık yapabiliyorlardı.
Rubeyyiğ binti Muaviz adlı hanım, Hz. Peygamber''in devlet işlerini yürütüyor, ata biniyor, kartal sembollü bayrak taşıyor, mahalle dışında ve köylerde de görev yapıyordu. Hz. Peygamber, erkeklerin göremediği işleri Rubeyyiğ''e verirdi.
Rufeyde ve Kuaybe, o güne göre hekimlik yapan hanımlardır. Bedir savaşında, kadınlar bir çadırda yaralı askerleri (ki hepsi erkekti) tedavi etmişlerdi. Henüz Peygamberimizle evlenmemiş, 3-5 ay sonra evlenecek olan Aişe''nin de bu sağlık hizmetinde bulunduğu rivayet edilir. Uhud savaşında bir sahra hastanesi niteliğinde çadır kurulmuştu. Görevliler hep kadınlardı. Yok efendim bugün yoğun bakımda erkek ve kadın bakımları ve bakıcıları ayrılmalıymış.
Hz. Peygamber hayızlı da olsalar kadınları cemaate çağırmıştır. Hatta elbisesi olmayanlar, komşudan elbise alarak cuma namazına gelsinler demiştir.
Diğer hassas konulara sırayla bakalım.
Çok kadınla evlenmek dile dolanır durur. O günün şartlarında azaltılmıştır. Bir tek eş tavsiye edilmiştir (Nisa-3). Allah''ın tavsiyesi ne demektir?
Mirasta yarım miktar söylenip durur. Sıfırdan yarıma. Yarım alt sınırdır. Şartlara göre yarımdan fazla vermeye engel bir husus yoktur. İslam bir miktarın alt sınırını tayin eder. Burada yarımdan az veremezsiniz demektir. Eşit verirsek İslam buna karşı çıkmaz. Erkek, ulü''l-emre (devlete) itaat zorunda olduğu için buna uymak zorundadır. Şartlar ve zorunluluklar birçok şeyi belirler. Bu İslâm''ın ilkelerinden biridir. Sonra o gün erkek evi geçindirmekle sorumludur. Kadın kendine düşen miras payını eve sarf etmek zorunda değildir. İster eder, miktarı uygunsa ister bunu ticaret için kullanır, serbesttir.
Kölelik, bilinmeden, anlamadan konuşulan konulardan biridir. Kısaca söylersek, bir hukuk geliştirilmiş, kardeş ve evlat muamelesi yapılmış, azat edilmesi istenmiş, kısa zaman içinde lağvedilmesi planlanmış, hedef belirtilmiş bir konudur. Sonradan uyulmamıştır. Başlı başına incelenecek bir konudur.
Cezalar toplum için elbette şarttır. İslâm''da ceza esas mahiyetiyle ahirettedir. Bu dünyada düzeni sağlamak için bazı tedbirler devlete hak olarak verilmiştir. Temel inanç, ibadet ve ahlak unsurlarını kapsamadıktan sonra, sosyal meselelerdeki uygulamalarda, zorunluluk halinde güncelleme yapılabilir. Hz. Ömer kendi yönetimi zamanında, iki hususta güncelleme yapmıştır. Hırsıza had cezasını (el kesme) uygulamamış, müellife-i kulub denen, kalpleri ısındırmak için yapılan müsamahayı kaldırmıştır. Bu, İslâm''ın ilk yıllarına mahsustur, demiştir.
İktisadi sistem, İslâm''ın tavsiye ettiği, yer yer farz kıldığı şekilde cereyan etmemiş, giderek, adına kapitalizm denecek olan para ilahçılığına yakayı yaptırma önlenememiştir. Meselâ zekât bir vergi olarak bir devlet işi şeklinde uygulanmamış, en çok önem verilen paylaşma sistemleştirilememiştir.
-Haftaya devam edecek-