Dinde reform meselesi, çok söylenmiş, yazılmış çizilmiş bir konudur. Biz de akademik özellikte ayrıntılara boğmadan, pratik olanı öne çıkararak meseleye bakacağız. Dini hükümlerde güncellenme dedikleri kavram, bu konunun içindeki yeni bir kavramdır. Gerçekte bu konu üç kavramla ifade ediliyor: 1. Reform, 2. Tarihselcilik, 3. Güncelleme
Üçüncüsü yeni bir kavramdır: Hükümleri günümüz anlayışıyla, günümüz şartlarına göre değerlendirmek. Tarihselcilik, genel olarak, olaylar ve onlara ait anlayış tarzı, tarihidir, yani o güne aittir, bugünü içine almaz. Alsa bile onları bugüne göre anlamalıyız. Din dindir, devam eder ama, her şeyde olduğu gibi, dini anlamları ve kuralları da tarih içinde yorumlayıp, değerlendirmelidir. "Reform"a gelince, aslını bozmadan ve tamamen değiştirmeden, "eski"ye yeniden şekil vermek, yeniden tanzim etmek, yeniden yorumlamaktır. Üç kavram da aynı yerde birleşiyor, bütünleşiyor: Tekrar ve yeniden ona bakıp uygulamak. Bilindiği gibi "form", şekil demektir. Re, tekrar ve yeniden anlamına ön takıdır. Reform, yeniden şekil vermek demektir. Çünkü form, hem bozulmuş olabilir, hem yanlış anlaşılmış olabilir. Ayrıca günümüz şartlarına aynen uymayabilir. Reform, sosyolojik bir kavramdır. Tarihi boyutu, Batı (Avrupa) Ortaçağından sonra dinî anlayışı, özellikle Hıristiyanlığı, akıl, bilim ve gerçekler çerçevesinde yeniden değerlendirmek zorunluluğu doğmuştur. Kilise (din demektir) zâlimliğe başlamıştı. Akıldan ve bilimden uzaklaşmıştı. Bu konuda başı çekenler, Luther, Calvin ve Zwingle idi. Reforma paralel olarak renesans (re-naissance; yeniden doğuş) başlamıştı. Bu da akıl ve felsefî düşünüşün, sanatın, estetiğin, edebiyatın, eski Yunanın felsefî ve aklî otoritelerine dönerek, tekrar doğuşu yaşamak tarzıydı. Geri, atıl, yanlış, dar, taassubî fikir ve anlayışları değiştirmek istiyorlardı.
Bu anlayış, İslam anlayışını ve İslam dünyasını ilgilendiriyor mu? O gün ilgilendirmiyor görünüyordu. Hatta İslami atılımlar, Batının gelişmesine yardımcı bile olmuştu. Fakat zaman içinde problem kökenleri farklı da olsa, din özünden uzaklaşıyor, ilke ve hedeflerden sapma, anlayış yetersizlikleri, katılaşma, ufkun daralması, eklemlenmiş bir din manzarası sürüp gidiyordu. Reform meselesini anlayabilmek için önce dini anlamak gerekiyor. Bu konuya girecek değiliz. İki tür din olduğunu söylemekle yetineceğiz. Biri kültür dinleri, diğeri peygamberi olan vahiy dini, diğer adıyla tevhid dini. Birinci türde peygamber olmadığı gibi, çoğunda üstün varlık (Allah) anlayışı, yerini sadece "kutsal" kavramına bırakmıştır. Bu tip dinlerde din, kültürden farksızdır, kültürün bir çeşididir, hatta kültürün kendisidir. Totemizm, Animizm, Hinduizm, Brahmanizm vb. böyledir. Bunlarda kişinin ölümden sonra geleceği, tabiata gömülüdür. Bazılarında tenasüh şeklindedir. Bu tür inanç sistemlerinde reform veya benzer bir teşebbüs söz konusu değildir. Kültür ve geleneğin kendisi din olduğu için, anlamlarında ve anlayış tarzlarında değişiklik yapmaya kalkarsanız ortadan kalkar. Nitekim gerçek dinler gelince bunlar ortadan kalkmıştır. Belki yeni dine bir miktar arka kapılardan girmiştir. Hurafeleri de böyle açıklamaya çalışıyoruz. Ama bu dinlerin reformu, hakiki dine dönüşümleri vaki olmuştur. Yer yer, zaman zaman, aslında tevhid dini iken bozulup aslını yitirerek kültür dini haline gelmek de vuku bulmuştur. Din konusunda gerçek reformu, Allah yapmıştır. Zaman zaman peygamber göndererek din sürekli yenilenmiştir. Tevhid dininin son merhalesine kadar bu devam etmiştir. O halde artık bizim yapacağımız nedir? Dinin doğru anlaşılmamasına, uzaklaşma ve şekile boğulmasına karşı dikkatli olmak, özden ve amaçlardan uzaklaşmaya engel olmaktır. Yapacağımız iş, dinin kendisinde değil, onu anlayışımızda ve saptırılmaların giderilmesinde olacaktır. Merceğimizi İslâm''a çevirip, meseleye odaklanalım. İslâm''ın neresinde reform yapabiliriz? Allah birdir, O''ndan başka ilah yoktur, zatında, sıfatlarında, fiillerinde tektir, eşsizdir, benzersizdir. Bunun nesinde reform yapabiliriz? Ahiret anlayışında, peygamberlik, vahiy ve kitap anlayışımızda değişiklik olmaz. Meleklerde de öyle. Bunları değiştirirsek din ortadan kalkar. Bunlara ait ilkel veya yanlış anlayışları düzeltip olgunlaştırabiliriz. Yanlış kader anlayışımızı sorgulayabiliriz. Fakat meselâ iki rekâtlık namazı dört, dört rekâtı 3 veya iki yapamayız. İbadetteki zorlaştırmaları, katılıkları, anlamsız şekilperestlikleri giderebiliriz, gidermeliyiz. Dinin aslında olmayan ilave ve uydurmaları mutlaka ayıklamalıyız.
Dinin topluma ve yaşayışa bitişik yönleri üzerinde daha çok durulmalıdır. Esas düzeltme bu alanda yapılmalıdır. Gerçekte bu, yeniden düzenlemeden ziyade, bilinçli olarak aslına dönmedir. Din-toplum ilişkisinin, yani sosyolojik yönün ve bir kısım kuralların, reformun odak noktasını teşkil ettiği açıktır. En çok rahatsızlık duyulan, en fazla hücum edilen, eleştiri hedefi olan, en fazla istismar da edilen konular burada yoğunlaşmıştır. Ayrıntılara varmadan bunları şu başlıklar altında toplayabiliriz:
1. Kadın.
a. Kadın-erkek ayırımı ve eşitsizliği
b. Kadınlara ait görev ve fonksiyonlar
c. Çok kadınla evlenme
d. Miras
e. Şahitlik
f. Boşanma
2. Kölelik
3. Cezalar
4. Örtülü (gizli) şirk
5. İktisadi sistem
a. Adalet
b. Paylaşım
c. Zekat-Vergi-Faiz
d. Devlet
6. Siyaset ve Din İstismarı
7. Hurafeler.
Her biri kitaplık dev konular. Mecburen çoğunu birkaç cümle ile geçiştireceğiz. Bu konulara başka makalelerimizde, kitaplarımızın ilgili bölümlerinde temas ettik. Fakat şu kadın konusu üzerine biraz daha geniş durmak istiyoruz. Bunu geçiştirmeyeceğiz.
İslam kadın konusunda eşi görülmemiş bir devrim gerçekleştirmiştir. Toplumsal bir mesele olduğu için, dünya hayatıyla ilgili çok önemli değişiklikler ihtiva ettiği için buna bilerek "devrim" (inkılap) diyoruz. Esasen her peygamber bir devrimcidir. Ancak bu devrim vahiyle desteklenmiş, yanlışlıklar varsa önlenmiş, dünya yeterli görülmeyip ölümden sonraya da çevrilmiştir. Tepe nokta Hz. Peygamber örneği ile bakarsak, meseleyi anlamamız kolaylaşır. Her peygamberde olduğu gibi, o da hayatın ızdıraplarını görmüş ve yaşamış, felakete götüren çarpıklıkları derinden hissetmiş, çareleri düşünmüştür. Vahiy, insanlığın, varlığın meselelerini düşünmeyen, hiçbir şeyden haberi olmayan birine, bir imparatordan elçi gelir gibi, ansızın gelmez. Kafası, gönlü, yukarı doğru yönelmemiş, insanı ve alemi ve arkasındakini düşünmeyen birine vahiy gelmemiştir. Yukarı çıkanla, yukarıdan gelenin şimşek çakar gibi birleştiği bir nokta vardır. İşte vahiy orasıdır. Hiç kimse isteyerek, gayret ederek peygamber olamaz ama, yukarı yönelmemiş ve insanları ve meseleleri düşünmeyen biri de peygamber olamaz. Hz. Peygamber merdivenleri süratle çıkıyor, bulut basamaklarını birer birer aşıyordu. Hira dağındaki mağaraya piknik için gitmemişti. İçindeki fırtınaları önce tabiatla paylaşmak istiyordu. Amacında, ufkunda insan, toplum ve yukarısı vardı. En yanlış şey şirk, yani put, ma''bud, yaratıcı, mutlak varlık konusundaki yanlışlardı. Bu yanlış olduğu için toplum ızdırap çekenleri ihtiva ediyordu. En çok ızdırap çekenler köleler, kadınlar, fakirler, kimsesizler, yetimler idi. Devrimin hedefi böylece belliydi. Kadınlar çok eziliyordu. O günkü dünyada kadınlara bakalım. İlkel toplumlarda kadın, giriş ayinine, savaş ayinine, komünyon ayinine katılamazdı. İki yıl sürdürülen lohusalık döneminde bir çadıra hapsedilir, birçok şeyden mahrum edilirdi. Araplarda baba, isterse kız çocuğunu diri diri kuma gömebiliyordu. O günün medeni dünyaları olan Bizans''ta, Yunanda, Roma''da, İran''da, Hint''te durum farksızdı. Kadın eşya gibi telakki ediliyordu. Alınıp satılan bir mal gibiydi. Eski Atina''da kadının durumunun F. Engels''in "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni" adlı eserinden okuyunuz. İran''da Mazdek, kurduğu sistemde, kadın, diğer birçok eşya gibi ortak maldı. Hint''te rahibeler, Brehmenlerin her türlü arzusunu yerine getirmeye mecbur canlılardı. Hintli koca öldüğünde yakılır, karısı da kendini yakmak zorunda bırakılırdı. Çünkü ona artık hiç kimse bakmazdı. Araplara dönelim. Kız ve erkek çocuklar ve kadınlar mirastan mahrumdu. Onlara hiçbir şey bırakılmazdı. Evlenmede kadın sayısının sınırı yoktu.
İşte böyle bir dünyada İslam geldi. Kadın için neler değişti:
- Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi yasaklandı.
- Şahitlikleri kabul edilmeyen kadınların şahitliği kabul edildi.
- Miras almayan çocuk ve kadınlar mirasa kavuştu.
- Sınırsız, düzensiz, hukuksuz çok evliliğe sınır ve hukuk getirildi. Tek eşlilik tavsiye edildi (Nisa-3). Allah''ın tavsiyesinin ne demek olduğu düşünülmelidir.
- Uygunsuz evlenmeler yasaklandı. Kızın rızası alınmadan evlilik, necip soydan döl almak sapıklığı, bedel evliliği, mut''a nikahı, üvey oğulla baba ölünce evlilik, gibi.
- Mehir, kızın babasına değil, kızın kendisine verilir oldu. Yani başlık parası kaldırıldı.
- Kadın bağımsız ticaret yapabildi.
- Boşanma şekli değişti, hukuka bağlandı.
Bu değişikliklerin hepsi kalıcı oldu mu? İşte işin püf noktası burası. Bazılarına maalesef uyulmadı. Kurulan saltanatlarda bir kısmı artarak devam etti. İslam''ın üzerine çuval geçirilmiştir desek yeridir. Müslümanların da gözüne mil çekilmiştir.
Kız çocuklarına yapılan haksızlıklar, ayırımcılıklar ve dehşet verici uygulamalar Allah tarafından kınanarak dile getirilmiş ve ceza verileceği belirtilmiştir. "Bir de şu hayvanların karınlarındaki yavruları, sadece erkeklerimizin olup, kadınlarımızın ise haramdır, eğer ölü doğarsa o zaman ortaktırlar, dediler. Allah bu değerlendirmelerinizin cezasını verecektir. Şüphesiz, O, hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir" (En''am-139). Kız çocukları için, "Kendisine verilen kötü haberden dolayı, halktan gizlenir; onu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün? Bakın ki verdikleri hüküm ne kadar kötüdür" (Nahl-59). "Ve diri diri gömülen kızcağıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğu zaman" (Tekvin-8, 9). Kadın boşanmış da olsa hak devam eder, Yani nafaka şarttır. "Boşanmış kadınların hakkaniyet ölçülerinde, kocalarından menfaat sağlamak haklarıdır. Bu, Allaha sığınanlar ve azaptan korkanlar için bir sorumluluktur" (Bakara-241).
Çok önemli bir konu da, evlenirken kadının (kız ve dul) izninin alınmasıdır. Onun adına ve rızası olmadan evlendirmeyi İslam caiz görmemiştir. Kadınla ilgili yapılan devrimlerin önemlilerinden biri de budur. Buna uyulmuş mudur? Saltanat dönemleri başlayınca hayır. Hz. Peygamber''i dinleyelim: "Şöyle buyurdu: Dul kadının sözlü muvafakati alınmadıkça evlendirilemez. Kızın da izni alınmadıkça evlendirilemez..." (Buharî, Nikah-41; Hıyel-11; Müslim, Nikah 64, 65, 66; Müsned-i Ahmed 2/434''den naklen Ahmet Tekin, Sünnetin Anlaşılmasına Doğru-2, s. 1109). "Dul kadın kendisi ile ilgili kararlarda daha çok hak sahibidir. Kızın ise izni istenir." (Müslim, Nikah, 67, 68; Ebu Davud, Nikah-25; Müsned-i Ahmed, 1/219, 334, Ahmet Tekin, a.g.e., s. 1108). "Yetim kızın kendisinden, şahsı ile ilgili kararlarda muvafakati istenir." (Ebu Davud, Nikah, 23, 25; Tirmizi, Nikah, 19; Müsned-i Ahmed 4/394, 408, 411; Darimî, Nikah, 12., Ahmet Tekin, a.g.e., s. 1109). "Hansa''nın babası, kızını dul iken birine nikahladı. Fakat Hansa bu evliliği istemedi. Hz. Peygamber''e geldi ve meseleyi anlattı. Hz. Peygamber onun nikâhının iptaline karar verdi." (Buharî, Nikah, 42, İkrah; 3, Hiyel-12; Müslim, Nikâh, 25, Nesci, Nikâh, 35, 36; İbn Mâce, Nikah, 12; Müsned-i Ahmed 6/328, Nikah, 25, Muvatta Hac, 71; Darimî, Nikah, 14; Ahmet Tekin, a.g.e., s. 1109). "Bakire bir kız Hz. Peygamber''e geldi ve istemediği halde babasının kendisini birine nikahladığını söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber bu kızı, nikahı kabul ile fesh (bozma) arasında muhayyer (tercihe tabi) bıraktı" Müsned-i Ahmed 1/364; Ebu Davud, Nikah, 24; Talak, 19, 21).
-Haftaya devam edecek-