Dil mi bu şimdi?

Düne kadar belki kimileri için "şehir efsanesi"ydi ama dün İsmail Küçükkaya, Çalar Saat'te ağırladığı AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı'ya Meral Akşener'i sorunca iyot gibi açığa çıktı;

Korkuyorlar.

Yazıcı'nın, Akşener'e dair "Bilmem, hiç dikkatimi çekmiyor, takip etmiyorum..." filan diye burun kıvırıp hemen peşinden de "Bugün Rize'de..." demesinden -yani aslında ne kadar yakından takip ettiğini ağzından kaçırmasından-, ben öyle anladım...

***

Asıl mevzu bu değil ama...

***

Yazıcı, Akşener hakkında "bilmiyorum, görmüyorum" tonunda konuşunca Fox'un cin gibi rejisi "o zaman gösterelim" deyip Akşener'in miting görüntüsünü yayına vermesin mi!

Düne kadar milletvekilleri TBMM'de kadınlara "bacak aralı" hakaretlerde bulunan partinin mensubu olarak, Yazıcı, "ironilerin efendisi" olmaya aday bir tepki gösterdi:

- Dil mi bu şimdi; dil mi bu! Daha kibar olmak lazım!

Ya, değil mi?

Mesela kimseye meydanlardan "cibilliyetsiz" diye hakaret etmemek lazım, "müptezel" dememek lazım, "Kandil artığı" diye karalamamak lazım, "kadın mı kız mı" seviyesine düşmemek lazım, 60 yaşındaki kadına "zilli" diye hitap etmemek lazım!

***

Küçükkaya'yı tebrik ederim, madalyonun "peki ya AKP'nin dili" kısmını es geçmedi ve son derece usturuplu sordu:

"Siz, AK Parti olarak kibar bir dil kullanıyor musunuz?"

El cevap:

"Biz, bize karşı olan bu salvolar yüzünden... Tahrik olduğumuz için sertiz..."

***

Hiç yakışıyor mu Ramazan günü!

"Oruç"la girilen "nefis mücadelesi" sadece yeme içmeyi değil ağızdan çıkanı, akıldan, gönülden geçeni de kapsadığına göre, siz de tahriklere kapılmayın efendim!

Hem, insanın hiç farkında olmadığı, takip etmediği, görmediği, duymadığı bir muhalefetten tahrik olabiliyor olması da pek garip doğrusu...

***

Hem...

Hadi İnce, Akşener, Karamollaoğlu tahrik ediyor, ittifaktan önce Bahçeli tahrik etkili bomba gibiydi...

Ya Atatürk?

Yattığı yerden ne söyledi de tahrik etti ki, iktidarınız boyunca uğramadığı hakaret kalmadı?

Ya Zübeyde Hanım?

Yattığı yerden hangi salvosuyla rahatsız etti ki iktidarınız etrafında kümelenen menfaatperestlerin hedefi oldu?

Ya İnönü?

Yattığı yerden ne dedi de, aynı dille cevap verme ihtiyacı duydu partilileriniz defalarca?

***

Erken uyarı mesajı

"Adile Teyze'nin masallarıyla büyüyen çocuklar" olmadıklarına göre;

"Mahmut Hoca'dan hayatı", "Turist Ömer'den selamı" ,"Tatar Ramazan'dan da adaleti" öğrenen çocuklar da olmayabilirler...

Sonradan "duymadım, görmedim, anlamadım, kandırıldım" olmasın.

***

"O Türkiye"yi mumla arama da...

Mahir Ünal açıklama yaptı, Adile Naşit'i "belirteç(!)" olarak kullanmış, derdi "O Türkiye, yeni doğan çocukların hastanede rehin alındığı, yokluğun olduğu bir dönemdi"yi anlatmakmış.

Büyük ikilemde kaldım;

Çocukların yokluktan hastanelerde kalması mı iyi?

Soğuktan donması mı?

"O Türkiye"de bebekler hiç değilse çöp kutularına atılmazdı; ya cami avlularına ya yaşayanların şefkatli olduğuna kanaat getirilen bir evin kapısına bırakılırdı...

İnsanlar henüz insanlıktan çıkmamıştı!

***

Ha bu arada, Ünal dua etsin de "hasta""müşteri" olarak gören yeni hastanelerimiz "kâr" amaçlı politikalarıyla "O Türkiye"yi mumla aratmasın millete!

***

Düzeltme

Sayın Ünal, Adile Naşit ninni okumuyor, masal anlatıyordu; onu da bir düzeltirsek...

***

SORU-YORUM

"80 yaşındaki adam, 10.5 yaşında yanında çalışmaya başlayan şimdi 13 yaşında olan küçük çocuğa defalarca tecavüz etmiş" haberini bir daha hiç okumamak için nereden başlamak lazım; 80'lik sapıklardan mı, 10.5 yaşındaki kız çocuğunun "hizmetçi" olarak çalışması/çalıştırılmasından mı, yoksa "tık" garantili "tecavüz" eylemini manşetten verirken "10,5 yaşında hizmetçi" rezilliğini satır aralarına saklayan "çok okunma kaygılı" medya kafasından mı?

***

Ayrı dünyaların çocukları

Dün karne alan öğrencilerin sınıflarından canlı yayın yapan iki ayrı muhabirin haberini izledim. Birinin gittiği okulda istisnasız konuştuğu bütün çocukların tatil planı; denize girmek, havuza girmek, plaja gitmek, yazlığa gitmek, yüzmekti. Diğerinin gittiği okulda istisnasız konuştuğu bütün çocukların tatil planı; köye gitmek, dışarıda top oynamaktı... Not edeyim ikisi de "büyükşehirde" bulunan okullardı.

Bu sosyal gettolaşma aşılamadığı müddetçe nasıl bütünleştireceğiz ki o durmadan ortadan ikiye yarıldığından şikayet ettiğimiz karpuzu?

***

Ne büyük zulüm(!)

Gençleri, okula gitmek zorunda bıraktılar...

Sınava girmek zorunda bıraktılar...

Soru çalmadan o sınavları çalışarak geçmek zorunda bıraktılar...

Parasız yatılı okuyan çocuğun, babası gemicik sahibi çocuğu geçebileceği bir "fırsat eşitliği" sağladılar...

Gençlere yakınan Recep Akdağ da haksız değil; "benden ol gerisini düşünme" devrinden bakınca büyük zulüm tabii!

Yazarın Diğer Yazıları