Dil, din ve siyaset
Siyasetçilerin son günlerdeki konuşmalarını dinlerken bazen kendimi camide bir vaizi dinlermiş gibi hissediyorum. Bunun üzerine bir dilci olarak din dili, genel dil ve siyaset üzerinde düşündüm.
Dinlerin kendilerine has bir terminolojisi olduğu muhakkaktır. Ancak dinler halkın ruhuna ve kültürüne o kadar nüfuz etmişlerdir ki başlangıçta dine has olan pek çok kelime ve terim zamanla günlük konuşma diline girmiştir. Hatta bunlardan bir kısmı şekil ve anlamını da değiştirerek yeni biçimler, yeni anlamlar kazanmışlar; asıl anlamlarıyla ilgili olmayan yeni kullanımlar içine girmişlerdir. Söz gelişi Kur’an’dan bir ibare olan “Allahu a’lem (Allah en iyi bilendir)” cümlesi; “Allahu âlem”, hatta halk arasında “ellaam” biçimine girmiş ve “kim bilir, belki, galiba” anlamını kazanmıştır. Kökeni dinî olan bu ibare genel dilde artık bu biçimde ve bu anlamdadır. Kur’an’daki bir başka ibare şöyledir: “İnnellahe ma’a’s-sâbirîn (Allah sabırlılarla beraberdir.)”. Genel dilde bu ibareyi, birisi veya bir şey bizi kızdırdığı zaman “Allahım, sen bilirsin; sabır ver yâ rabbi” anlamlarında kullanır; başımızı iki tarafa sallarız. “Melek” anlamına gelen ve Süleyman Çelebi’nin “Mevlid”inde de geçen Farsça “ferişte” kelimesi argoda “feriştah” biçimine girmiş ve “feriştahın gelse” deyimi içinde “sen değil, sizin içinizden en güçlünüz gelse” anlamını kazanmıştır.
İçinde Allah kelimesi geçen birçok deyim vardır. “Allah bağışlasın, Allaha, emanet ol, Allah vermesin” gibi deyimler belli durumlarda kullanılmakla beraber bu deyimlerde “Allah” kelimesinin anlamı değişmemiştir. Ancak bir şeye şaştığımız zaman kullandığımız “Allah Allah!” deyiminde “Allah” kavramı aklımıza bile gelmez; sadece “ne tuhaf!” diye düşünürüz. “Allahlık” kelimesi de başlangıçta “Allah’a göre, Allah için yaşayan biri” anlamında iken bugün daha çok “saf ve işe yaramaz adam” anlamında kullanılmaktadır. “Allahı çok, insanı az bir yer” deyiminde Allah’ın birliğine karşı bir ifade yoktur; bu deyim Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlük’üne göre “pek ıssız ve kuytu bir yer” demektir.
Yukarıda örneklerini verdiğimiz kelime, deyim ve kullanımlar genel dile mal olmuştur ve halk tarafından çok defa dinî kökenleri düşünülmeden kullanılır. Bu çok tabiidir ve devamlı değişip gelişerek yaşayan dil böyle bir şeydir. Dilin “sosyal bir kurum” olması işte bundan dolayıdır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kullandığı “statükonun allahı Ankara’da” cümlesi de böyledir. Türk Dil Kurumunun “Türkçe Sözlük”ü küçük harfli “allah” kelimesinin bu anlamını “herhangi bir işte başarılı olmuş, en üst dereceye ulaşmış kimse” şeklinde vermiş ve Tarık Buğra’dan “Amerika’da kaçakçılığın allahları vardır” cümlesiyle örneklendirmiştir. Dolayısıyla başbakanın kızmasına gerek yoktur. Bir insan elbette dilin bütün nüanslarını, ayrıntılarını bilemez. Ancak sözlüğe bakmak veya bir bilene sormak iyi bir özelliktir. Nitekim başbakanın “bir Allah kuruşu” da halk diline girmiş bir deyimdir ve başbakan bu deyimi kullandığı zaman hiç kimse “başbakan Allah’a maddiyat izafe ediyor” dememiştir.
Genel dile girmemiş dinî kavramların yeri ise siyaset olmamalıdır. Dinle ilgili kavramlar din derslerinde, Kur’an kurslarında, vaaz ve hutbelerde, dinî sohbetlerde kullanılabilir ve kullanılmalıdır. Din adamlarımızın güzel bir Türkçe ile dinî kavramları halka anlatmasının büyük faydaları vardır. Ancak siyasî konuşma yaparken Kur’an’daki “eşref-i mahlûk” ibaresine atıfta bulunmak doğru değildir. Bu kavramın ne olduğu, yukarıda anlattığım ortamlarda çocuklara, gençlere ve halka öğretilmelidir. Sondaki “-lûk” hecesinin vurgulu bir şekilde uzatılması da ibarenin anlamına uygun düşmez. “Yaratılmışların en şereflisi” anlamındaki bu ibare, anlamına uygun olarak yumuşak bir tonda söylenmelidir. Bu vesileyle din adamlarımızın Türkçesine de temas etmeliyim. Vaaz ve hutbelerde Türkçe, ayın çatlatmadan, he sesi hırıldatılmadan söylenmelidir. Din adamlarımızın Türkçe kurslarından geçirilmesi çok faydalı olur.
Dini ve dinî kavramları siyasette kullanmak en çok dinimize zarar verir. Bir yandan yüce kavramlar yıpratılmış olur, bir yandan da insanlar tefrikaya sürüklenir. Toplum önderlerinden bu konuda titiz davranmalarını beklemek hepimizin hakkıdır.