Diktatörler de ölür!
Eninde sonunda öleceği bilinen bir diktatör eskisi öldü diye sevinmek garip bir durum... Yoksa ’diktatörler ölmez’ gibi endişemiz mi vardı?
Bütün diktatörler ölür... Buradan insanlığın faydasına çıkarılabilecek en büyük ders, mevcut diktatörlerin veya diktatör adaylarının, asla kaçamayacakları ’o dehşetli gün’ü düşünebilmeleri...
Sandıktan her türlü meşruiyeti çıkardıklarını zannedenler, sandığın bütün pislikleri kapattığını düşünenler ibret almalı... O da sandık koymuştu milletin önüne, Saddam gibi, Esad gibi... Seçime gölge düşmüş, eşit propaganda imkânı yokmuş, silahların gölgesinde yapılmış, kimi umurundaydı... Yüzde 92’yle anayasasını geçirdi... Ya şimdi, sandığı mı anlatacak gittiği yerde?
İbret almak lâzım... Tarafsız bir Cumhurbaşkanı değildi... Desteklediği partiyi halk ilk seçimde sonuncu yaptı!.. İstemediğini de birinci!.. Kendine göre milletvekili ve parti siparişi vermişti, olmadı...
Diktatör olmasına rağmen yine de her şeyi kitabına uydurmaya, yazılı hâle getirmeye çalışmıştı... Meselâ kendisinin ve arkadaşlarının yaptıklarından dolayı ileride yargılanmalarını engellemek için 82 Anayasası’na geçici 15. Madde’yi eklettirerek tedbir aldığını düşünmüştü...
Dünyaya baktığımızda günümüz diktatörlerinin pek çoğu gücüne öyle güveniyorlar ki, bu tedbirleri yazılı hâle getirme ihtiyacı bile hissetmiyorlar... “Biz yapalım, yasayı arkadan çıkarırız, gücü yeten gelsin yıksın” havasında birçoğu... Sanki 12 Eylül diktatörünü bekleyen akıbet onları yakalayamayacakmış gibi...
* * *
1980 sonrasının ilk seçimlerini kazanan partisi ANAP hiç devrilmeyecekmiş gibi şımarmıştı... Lüks ve şatafat neredeyse resmi ideoloji hâline gelmişti... Sonra ortalığı kokuta kokuta çekildi siyaset sahnesinden... Yıkılmayacak zannedilen saltanatın bir üfürüklük canı varmış meğerse...
Ya 28 Şubat... Kötü uygulamalarıyla şimdiki iktidara yakıt sağlayan darbe!.. “Bin yıl sürecek” diyordu selef Paşa... Değil bin yıl, bin günü bile çıkaramadı... Ne kötü bir korelasyon oldu: ’Darbeciler’ mazlum biriktirdi, ’İslâmcı demokratlar’ o mazlumların sırtından iktidar devşirdi!.. Şimdi o biriktirilmiş mazlumlar sıkıştıkça ’bozdura bozdura’ harcanıyor!..
Keşke Jivkov’dan, Çavuşesku’dan ders çıkarmış olsaydı... Ya da Tunus’ta Burgiba’dan Zeynel Abidin... Enver Sedat’tan Hüsnü Mübarek... Hüsnü Mübarek’ten de Sisi meselâ!.. Ne ’ölüm tarlaları’nın sahiplerini huzur dolu bir ölüm bekledi, ne de Stalinist herhangi bir câniyi...
Güç sadece sahibini değil, etrafındakileri de zehirliyor... Birbirini gazlamak suretiyle dönen devranın hiç durmayacağı gibi hayalî bir hayat başlıyor... Kibir soslu, enaniyet kokulu “Ben varsam dünya var, ben varsam tebâ var” saplantısı amentü gibi işliyor beyinlere...
Oysa tarihin çöplüğü yıkılmaz zannedilen tahtların başlarına geçtiği diktatörlerle dolu... Bir düşmeye başladıklarında en yakındakiler bile vurur, bir sonraki muktedirin gözüne girmek için... Ve en acısı ’inananlar’ı bekleyen son... “Halkımın iyiliği için yaptım... Onları düşmanlardan korudum... Önlerine sandık bile koydum...” çırpınışlarının ’adalet’i linç etmesi karşısında beş para etmeyeceği ’o dehşetli gün’ün ateşi...
* * *
Her fâni ölümü tadacaktı, 12 Eylül diktatörü de tattı... Şimdi onu kurtarabilecek ne bir ’dokunulmazlık’ yasası olacak, ne de başka bir unvanı... Artık gerçek adaletin elinde... O feryatları göğe yükselen ana babaların, o insanlık dışı uygulamaların, mâsumların yüreğine düşürdüğü zulüm ateşinin hesabını verecek...
Dileriz ölümü, özenti içindeki herkese ibret olur ve ölümü hatırlamalarına vesile kılar... Doğum ve ölüm, ister sarayda yaşasın, ister köşkte, ister gecekonduda, ister ümeranın başı olsun, ister gurebanın başı fark etmez, herkese eşit düşen tek gerçek...
Gidenler gitti artık, kalanlara ibret olsun...