Devletin verdiği yetki kamu düzeni için kullanılmalı / İsmail ÖZCAN

Devletin verdiği yetki kamu düzeni için kullanılmalı / İsmail ÖZCAN

On gün kadar önce İstanbul Küçükçekmece’de bulunan Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde hasta refakatçısı olarak bulunan bir kadın hâkim refakatçi, kanepesinde uyanık halde uzanmakta iken yatan hasta muayenesi için odaya görevli kadın doktor girince hiç istifini bozmamış.

Hanım doktor da kurallar gereği toparlanması için kendisini uyarmış. Refakatçi hâkim hanım bu uyarıya karşı mırın kırın edince doktorla aralarında kısa süreli bir münakaşa yaşanmış. Doktor, yatan hasta muayenesinden sonra polikliniğe geçerek randevulu hastalarına bakmaya başladığı sırada polisler gelmiş ve ifadesi alınmak için kendisini karakola davet etmişler. Doktor, randevulu hastalarını muayene ettikten sonra geleceğini söylemiş, ama polisler hemen gelmesini istemişler. Çünkü hâkim hanım aralarında geçen münakaşa sebebiyle kendisini gözaltına aldırmış. Karakolda suçunun ne olduğunu bile bilmeden ifade vermek için üç saat beklemiş. O, ifadesinin alınmasını beklerken hâkim hanım da başkomiserin odasında kendisine ikram edilen çayı içiyormuş. Bu arada doktor hanımın o günkü randevulu hastaları mağdur olmuş.

Bir-iki sene önce de bir savcı, halı sahada maç yaptığı öğretmenlerle aralarında çıkan tartışma üzerine öğretmenleri gözaltına aldırmıştı. Başka bazı hâkim ve savcıların da bu tür davranışları bilinmekte. Küresel salgının hâlâ etkili olduğu günlerde Doğu illerindeki ilçelerden birinde bir kaymakam da dersine girdiği bir öğretmeni, bir anlık dalgınlıkla kendisine “hoş geldiniz” demek için elini uzattı diye (o günlerde virüs yüzünden tokalaşma doğru bulunmuyordu) öğrencileri önünde azarlamış ve sınıftan çıkarmıştı. Bu olay da o günlerde gündemi bir hayli meşgul etmişti.

Türkiye’de hâkim ve savcıların geniş yetkileri var. Bu yetkilerin arkasında da devlet gücü bulunuyor. Hâkim ve savcılara verilen bu yetkiler, onların kişisel otoritelerini, kişisel prestijlerini şuna buna göstermek ve kanıtlamak için değil, sadece kamunun ve tek tek vatandaşların haklarını güçlü bir şekilde koruyabilmek içindir. Bu yetkiler bu önemli amacın dışında hiçbir şekilde kendilerine dokunulmazlık kazandırmak, kim olduğunu göstermek vb. için kullanılamaz. Bütün uygar ülkelerde bu böyledir. Ama bizde ne yazık ki böyle olamıyor. Hâkim ve savcılar da aralarında olmak üzere birçok makam sahibi, makamlarının sağladığı gücü ve otoriteyi “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” havası atmak için kullanıyorlar.

Maalesef Doğu ülkelerinde insanlar geldikleri/getirildikleri makamlarla değerleniyorlar, onurlanıyorlar. Bu, kendileri için bir hedef oluyor. Ulaştıkları makamların kendileriyle değerlenmesi, kendileriyle onurlanması gibi bir hedefleri, bir dertleri olmuyor. Hâlbuki Doğu’ya ait, Doğu’nun malı olan “şerefü’l-mekân, bi’l-mekîn” (bir makama şerefi/değeri o makamın sahibi kazandırır) sözüne göre bunun tersi olması gerekirdi.

Müslümanlar da dâhil tüm Doğulu toplumlar iyi ve güzel her davranışın sadece teorisine sahip. Teorisine sahip oldukları güzel davranışların pek azını pratiğe yansıtabilmişler. Teoride, sahip olduğu mevki ve makamla övünmek, gururlanmak, havalara girmek yerin dibine batırıldığı halde çok az makam sahibi bu yanlıştan kendini kurtarabiliyor. Makamlar yükseldikçe alçakgönüllülüğün de yükselmesi gerekirken tam tersi oluyor. Genel olarak insanlarımız hangi alanda yükselmişse, başarı göstermişse, makam sahibi olmuşsa bu sonuç onları alçakgönüllü yapacağına kibre, gurura ve kasıntıya sevk ediyor. Bu da kişisel ve toplumsal az gelişmişliğin, sahip olduğu farklılığı, sıra dışılığı hazmedememenin sonucudur.

Batı’yı ne kadar yerersek yerelim, eleştirirsek eleştirelim; makamları hazmetmekte, oraların topluma hizmet için bir araç olduğunu kavramakta onlardan çok geriyiz! Daha kısası şudur: “Doğu’da kollar bileziklerle, Batı’da ise bilezikler kollarla övünmektedir”.