Devlet Sırlarını İfşa, Rüşvet, Uyuşturucu ve Yozlaşma - Dr. Girayalp Karakuş

Devlet Sırlarını İfşa, Rüşvet, Uyuşturucu ve Yozlaşma - Dr. Girayalp Karakuş

Devletin mahrem bilgilerinin yer aldığı Kozmik Oda’ya siyasi tarihimizde hangi devlet adamının onayı ile girildi? Uzatmadan söyleyeyim dönemin başbakanı: “Recep Tayyip Erdoğan”. Bu konuyla ilgili Saygı Öztürk bir de detaylı kitap yazdı. Kitabın adı: “Ordu ve Devlet Sırlarına: Baskın”. Zira makalemde ciddi anlamda bu kitaptan ve Ergün Poyraz’ın “Kalpazan” adlı kitabından esinlendim. Burada yazılan bilgileri doğrulamak için gazete arşivlerini taradım ve bilgilerden emin olduktan sonra yazdım.

Her şey Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast girişimi yapılacağı iddiası ile başlamıştı. Ancak işin sonunda her şeyin kumpas olduğu ortaya çıkacaktı. Arınç’a suikast iddiaları üzerine dönemin savcıları ve hâkimleri Kozmik Oda’ya girmek istedi. Süreç şu şekilde işledi:

“Daire başkanı Tümgeneral Selahattin Kısacık, Hâkim Kadir Kayan’ın (FETÖ’den yurtdışına kaçtı) arama yapmak üzere geldiğini, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’a telefonla bildirmişti. Başbuğ, “Kimse girmesin, her tarafı kapatın, mühürleyin, yarın Başbakanla görüşeceğim” dedi. Başbuğ, Hâkim Kadir Kayan’ı da Genelkurmay Başkanlığı’na davet etti. Böylelikle inceleme yapılamadı. Daha sonra İlker Başbuğ Erdoğan ile görüştü ve bunun devlet sırlarını ifşa olacağını Erdoğan’a söyledi ama Erdoğan “Bizden saklayacak neyiniz var, niye böyle yapıyorsunuz?” dedi.

Böylelikle Kozmik odalarda arama yapılacağı kesinleşti. İlker Başbuğ Arınç’a karşı bir suikast girişiminin olmadığını belirtmesine rağmen Erdoğan’ı ikna edemedi. AKP ve FETÖ’cü basında ise Kozmik Oda’ya girilmesi “Devletin bağırsakları temizleniyor” diye desteklendi.

Velhasıl Kozmik Odaya girildi. Tutulan tutanakta inceleme, harddisk, CD ve veri taşıyıcılarını incelemek üzere TÜBİTAK görevlisi Barış Erdoğan, Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Daire Başkanlığı görevlisi Fatih Aykaç ve Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nda yüzbaşı olarak görev yapan ve teknik konulardan anlayan Anıl Aytaç’ın katılımı ile yapıldı. O dönem TÜBİTAK FETÖ’cülerin güçlü olduğu kurumlardan biriydi.

2014 yılında Genelkurmay Başkanı Necdet Özel döneminde Kozmik Oda’dan elde edilen veriler FETÖ’cülerin güçlü olduğu TÜBİTAK’a gönderildi. Diskleri kopyalan uzmanlardan birisi yurtdışına kaçtı, diğer soruşturma geçirdi. İlker Başbuğ döneminde dışarı yollanmayan belgeler Necdet Özel döneminde dışarıya çıkarıldı.

Aradan bir süre geçtikten sonra Arınç’a bu olaylar sorulduğunda şu cevabı verecektir:

“Ben ceza hukukçusuyum. Ben bu olayı hiç suikast iddiası, teşebbüsü olarak görmüyorum. Bu olsa olsa bir tarassutturdur. Tarassut kelimesini de bilerek kullandım. Yeniler bilmezler. Gözlemek, gözetlemek, takip etmek anlamına gelir. Çünkü böyle aptalca bir suikast teşebbüsü dünyanın hiçbir yerinde olmaz.”

Arınç başka bir yerde şunları ifade etti:

“Arınç’a suikast teşebbüsü ismini ben koymadım. Hiçbir zaman da savunmadım. Hiçbir yerde de “Bana suikast teşebbüsünde bulundular” demedim.”

Oysa Arınç 14 Mart 2010 tarihinde Taraf gazetesine verdiği bir röportajda “Çukurambar’da Hedeftim” diye beyanat vermişti.

T24, 4 Kasım 2019’da bir haber yaptı. Habere göre; Bülent Arınç basına verdiği bir demeçte, Kozmik Oda’nın Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla açıldığını söyledi.

Böylelikle Arınç, suçu başkasına atmış oldu.

Son kertede Devlet sırlarının yer aldığı Kozmik Oda’ya FETÖ’cülere girme iznini veren dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'dı. Bugün iktidarın kimseyi FETÖ’cüleri “affedecekler” veyahut FETÖ ile “işbirliği” yapıyorlar diye suçlamaya hakkı yok düşüncesinde olduğumu belirtmek isterim. İktidarın gerek toplumla gerekse muhalefetle ciddi bir iletişim bozukluğu içerisinde olduğunu söyleyebilirim. Zira iktidarın iletişim kurma gibi bir derdinin olmadığı da söylenebilir.

Biraz geçmişe gidelim mi?

Şatafat, vurgun, uyuşturucu, rüşvet…

Erdoğan’ın otellerinde tatil yaptığı ve devlete vergi ödememesi ile meşhur Fettah Tamince’ye AKP’lilerin oyu ile “Üstün Hizmet Ödülü” layık görüldü. Kılıçdaroğlu, Tamince’nin 10 şirketinin 9 yıl boyunca hiç vergi ödemediğini belirtti. Tamince’nin adı daha sonra FETÖ’ye karıştı.

Erdoğan ise artık tamamen değişmişti.

Tanesi ortalama 30 bin dolar olan takım elbiselerden ve 12 bin dolarlık gömleklerden giyinmeye, 8 bin dolarlık ayakkabı kullanmaya başlamıştı. Eşi Emine Erdoğan ise 2.200 dolarlık Victor& Rolf marka çantayla Erzurum’a gitmişti.

Erdoğan, AKP’deki yozlaşmaya da engel olamadı.

Şaban Dişli, AKP Genel Başkan Yardımcısıydı. İstanbul’da imarsız bir arsayı Mehmet Karasu isimli biri satın alıyordu. Karasu aldıktan sonra arsayı da içine alan bir imar değişikliği yapılması öngörülüyor. Böylece arsa değerlendikten sonra Şaban Dişli’ye net 1 milyon dolar ödenmesi taahhüt edildi. Arsa yaklaşık 3 milyon dolara alınıyor sonra imar değişikliği yapılarak “Tesco” adlı bir kuruluşa 13 milyon dolara satılıyordu. Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun kaleme aldığı “Sızıntı. Wikileaks Belgelerinde Ünlü Türkler'' isimli kitabında, Şaban Dişli'nin de ismi geçiyordu. Söz konusu Wikileaks belgelerinde Şaban Dişli'nin de ABD'lilere bilgi verdiği ortaya çıkmıştı. Dişli'den alınan bilgi Washington'a şöyle aktarılmıştı:

2005 tarihli belge: "Nimet Çubukçu, bakan olma isteğini aylar önce bize bildirmişti... AKP genel başkan yardımcısı Şaban Dişli’nin bize aktardığına göre, Çubukçu’nun söz konusu göreve getirilmesinde Emine Erdoğan ile yakınlığı ciddi rol oynamış...

Şaban Dişli 2008 yılında yolsuzluk iddiaları üzerine istifa etmek zorunda kaldı..

Peki Sabah-ATV’yi Erdoğan’ın yakınındakiler aldıktan sonra ne oldu?

Söyleyeyim: “Çalık, Erdoğan’ın damadını holdinge müdür yaptı ve Irak’ta 445,5 milyon dolarlık ihale kaptı.”

İktidarın yozlaşmaları bununla da bitmedi.

Erdoğan’ın yeğeni uyuşturucudan tutuklandı. 20 Şubat 2010 tarihinde Venezuela’nın Puerto Miranda limanında düzenlenen bir operasyonla bir gemiye el konuldu. Erdoğan ısrarla geminin serbest bırakılmasını istedi. Çok geçmeden Erdoğan’ın “Serbest bırakın” dediği gemide kokain olduğu ortaya çıktı. Daha sonra Venezuela’da tutuklu kalan gemi Türk Dışişleri Bakanlığı’nın girişimi ile Aralık 2010’da serbest kaldı.

Refah ve Fazilet Partisi kökenli ve AKP’ye yakınlığı ile bilinen uyuşturucu kaçakçısı milletvekili Mustafa Bayram, uyuşturucudan karakolda tutulan oğlunu karakol basıp, polisleri tokatlayarak kurtardı.

İçeride bunlar olurken dış dünyada ne gibi skandallar oldu?

Özellikle iktidar devamlı olarak Filistin halkının sorunlarına hassas olduğunu belirtmektedir. Oysa durum farklı tezahür etmekteydi. Erdoğan’ın Gazze için toplanan paraların Vakıfbank Finans Market Şubesi’nde faize yatırıldığı ortaya çıktı. Yani Filistin halkı bin bir türlü sıkıntı çekerken Erdoğan insanların dişinden tırnağından arttırıp yolladığı paraları faize yatırıyordu. Erdoğan’ın İsrail’e kafa tutması senaryodan mı ibaret sorusu aklımızı kurcalamaktadır.

Karanlıkta kalmış ilişkilerden bir örnek…

Erdoğan’ın bir zamanlar yakınında olan Kasımpaşalı Kudret (Kudret Gönen) ile ne işi olabilirdi? Bu şahıs uyuşturucu, çete, gasp, kadın pazarlama vs suçlardan sabıkalıydı. Sözü geçen bir mafya lideri olarak tanınıyordu. Diğer tarafta ise Türkiye’nin başbakanı Erdoğan. Yılların siyasetçisi. Kasımpaşalı Kudret öldürüldüğünde arabasında Erdoğan’ın oğlunun düğün davetiyesi çıktı. Öldürülme olayını mafya içi hesaplaşma olarak değerlendirenler oldu.

Sonuç olarak seçim arifesinde geçmişe değinmekte fayda olduğu kanaatindeyim. Zira bütün bu yaşananlar siyasi tarihimizin belli bir bölümünün parçasıdır. Dolayısıyla geçmişten ders çıkarmak erdemli insanların yapacağı meziyetlerden biridir. Hem “iktidar” hem de “muhalefet” için. Amacım birilerini karalamak kesinlikle değildir.

Doğru bilinen yanlışların ve ezberlerin değişmesi gerektiği inancındayım.

Yazımı Platon’un (Eflatun) şu sözleri ile bitirmek istiyorum:

“İyi konuşup konuşmadığımın ne önemi var? Söylediklerimin doğru olup olmadığına bakın sadece.”