Devlet nasıl batmaz!
"Rejim/sistem" değişti... Devlet yönetimi tartışılıyor.
"Adalet" sıkıntı, "geçim" sıkıntı... Eğer partiliysen, eğer yönetimle, yönetime yakın kesimle sihrî bağın varsa, iktidar partisine kayıtsız şartsız bağlılığını bildiren tarikatların/cemaatlerin şeflerinin çevresindensen önün açıktır.
İbn Haldun "devlet yönetimi" üzerine yazmıştır. İbn Haldun'dan önce "devlet" ve "erdem" üzerine kafa yoranlar, birbirini takip eden Sokrates, Sokrates'in öğrencisi Platon (Eflatun), Platon'un öğrencisi Aristoteles'tir. (Sorkrates'i Platon vasıtasıyla öğrenebiliyoruz.)
İslâm kaynakları Aristo'dan bahsederken "muallim-i evvel" sıfatını eklerler. "İlk öğretmen" diye çevrilse de, "muallim"in "ilim" bağını dikkate alırsak "öğreten"in çok ötesinde bir anlam taşıdığını bilmeliyiz.
İslâm âlimleri özellikle Sokrates'in "tek Tanrı inancı" üzerinde ısrarla durmuşlar ve "peygamber" olabileceğini bile yazagelmişlerdir.
"Yunan", "Helen", "Grek" deyince dudak büküp geçemeyiz. Bu filozof-âlimler milâttan önce yaşamışlardır. Bıraktıkları mirastan biz de payımızı almalıyız.
Rejimin/sistemin tartışıldığı bir zamanda, Mukaddime'siyle bize yol gösterecek bir âlim de İbn Haldun'dur. Adına üniversite bile kurduğumuza göre, kıymetini biliyoruz demektir. Kıymetini bilmek başka, ilminden istifade etmek başkadır. Şu zamanda İbn Haldun'u okumaya çok ihtiyacımız var.
Büyük İslâm âlimin idealize ettiği yönetim şekliyle, örtüşmeyen noktalar o kadar çok ki:
"Adalet, halk arasına konulmuş olan bir terazidir. Ölçüyü belirleyen de bizzat Tanrı'dır. Devlet, teraziye ve ölçüye nezaret etmekle mükelleftir. Devletin ekonomik faaliyetlerde bulunması, terazinin ve ölçünün bozulmasının başlıca sebebidir. Devletin ekonomik faaliyette bulunduğu sahalar neticede siyasî otoritenin yandaşları için birer arpalığa dönüşür. Vergi sistemi bozulur. Devlete sırtını dayayanlar vergi ödemez. Devlet de buna göz yumar. Devletten bağımsız çalışan vergi mükellefleri haksızlığa maruz kalırlar. Dolayısıyla dürüst girişimcilerin ekonomik faaliyetleri sekteye uğrar. Bunun sonucu olarak da ülkenin bayındırlaşması engellenilmiş olur. Neticede de toplumun düzeni bozulur. Devletin aslî fonksiyonlarının dışına çıkması, kaçınılmaz olarak halka yönelik bir zulme dönüşür. Şüphesiz, zulümden kasıt, devletin insanlara zulmü olup, ümranı yani toplumsal hayatı tahrip eden de budur. İnsanların birbirlerine zulmü asıl zulüm olamaz. Çünkü, devlet istediği takdirde, insanların zulmüne mâni olmaması mümkün değildir. Zulmün kaynağı devlet olunca maalesef ona mâni olacak bir güç de yoktur. İnsanların mülkünü gasp etmek, zorla çalıştırmak, mükellef olmadıkları şeyleri onlardan istemek, hukuk harici şeylere zorlamak, haksız vergi toplamak, vergileri suistimal etmek, insanlara haklarını vermemek gibi şeylerin hepsi, devletin aslî fonksiyon alanının dışına çıkmasının sonucu olarak görülen şeylerdir.
İbn Haldun'a göre devletten kaynaklanan bütün bu zulümler kaçınılmaz olarak devletin inkırazına ve ümranın, toplumun çöküşüne yol açar. Devletin ve toplumun bu şekilde fesada uğraması, insan türünün inkıtaa uğramasına da sebep olur. Hâlbuki devletin varlık sebebi, halkın muhafazasına yönelik beş vazifeyi yerine getirmektir. Bu beş vazife de insanların hayatlarının, mallarının, akıl sağlıklarının, nesillerinin ve hangi türden olursa olsun inançlarının muhafaza edilmesidir." (Neşet Toku, İlm-i ümran: İbn Haldun'da Toplum Bilimsel Düşünce, 2002, s. 105-106.).
Bu tespitlerde "Devlet nasıl batmaz?" sorusunun cevabını buluyoruz.