Devlet ciddiyeti ve fitne
ABD vatandaşı Merve Kavakçı, 28 Temmuz'da Kuala Lumpur (Malezya) Büyükelçisi olmuş. 25 gün önce de, 3 Temmuz 2017'de vatandaş yapılıp T.C. kimliği almış.
Merve Kavakçı'nın hikâyesi ilginç. 4 Mart 1999'da Fazilet Partisi'nden aday gösterilen Kavakçı, 18 Nisan 1999'da milletvekili seçilmiş. Meclis'te türbanlı olarak ant içmek isteyince de, çok büyük bir tepkiyle karşılaşıp, yemin edemeden Meclis'i terk etmiş. Bu arada 5 Mart 1999'da Devletten habersiz, ABD vatandaşı olduğu anlaşılınca, Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlıktan çıkarılmış; milletvekilliğini de kaybetmiş. Sonra, Mayıs 1999'da, vatandaşı olduğu ABD'ye yerleşmiş. Aradan 18 yıl geçtikten sonra 3 Temmuz 2017'de T.C. vatandaş olmuş; 24 gün sonra da Malezya Büyükelçisi tayin edilmiş.
Kavakçı, ABD'nin bir vatandaşıdır. Türk vatandaşlığını ise, büyükelçi olup Türk Devletini temsil etmek üzere almış. Türk Devleti lehine de tek bir sözü duyulmadığı halde...
Merve Kavakçı'nın, 5 Mart 1999'daki ABD vatandaşlık yemini özetle şöyle; "Burada, önünüzde, şimdiye kadar tabiiyetinde bulunduğum her türlü devlet tabiiyeti ve egemenliğini reddettiğime; bundan böyle ABD Anayasası'nı ve yasalarını iç ve dış düşmanlara karşı savunacağıma; ABD'ye bağlılık ve sadakat göstereceğime; ... yemin ederim." Kavakçı, halen ABD vatandaşıdır.
Bir de Türkiye'nin 657 sayılı yasaya göre asli memurluğa atananlar için yemini var; özeti: "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma; ... Türk Milletinin millî, ahlâkî insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliştirmek için çalışacağıma; ... namusum ve şerefim üzerine yemin ederim." Acaba Merve Kavakçı bu yemini etti mi? Bunu duymadık, görmedik, bilmiyoruz.
Eğer, Malezya Büyükelçimiz bu yemini etmişse, hangi ülkeye "sadakatle bağlı" olacak? Kimliği Türk mü, yoksa Amerikan mı olacak? Büyükelçi sıfatıyla, Türk Milletine ve devletine mi, yoksa Amerikan devleti ve milletine mi hizmet edecek? Şu anda Türkiye ile ABD çıkarları hayati derecede çatışıyor. Dünya devi (!) ABD, utanmadan, KCK/PKK/PYD/PDY gibi terör örgütlerini alenen silahlandırmakta; müttefiki (!) olduğu Türkiye'yi kuşatarak parçalamak için birlikte savaşmaktadır. Bu ikili çelişkiye bir üçüncüsü de katılabilir. Akla, üçüncü ülke olarak, Davutoğlu'nun doçentlik kariyerini yaptığı Malezya gelebilir. Zira ülkemizdeki zihniyet odaklarıyla ilişkisi öteden beri yabana atılır gibi değil!
Acaba bu durumda, Malezya Büyükelçimiz ve bu atamayı yapanlar ne düşünüyorlar; doğrusu çok merak ediyoruz. Kendisinden millî, siyasi, hukuki, dini ve ahlaki açıdan nasıl bir hizmet bekliyorlar?
Bu çelişkiler yumağı tartışılıyor; tartışmaya da devam edilecektir. Bir de, millet kesesinden hak dağıtanlar var, bunlar da bir alem. Çok satan gazetenin, "tarafsız" yazarı diyor ki; "Eğer dünün mazlumu Merve Kavakçı için bugün hak yerini bulmuşsa... Bugünün mazlumları için de gün gelecek hak yerini bulacaktır." Bu cümleleri okuyunca "eyvah" dedik. Bizde "mazlum" tükenmez ki... Bedeli de böyle ödenecekse, vay halimize... Bu bir. İki, "hak yerini bulacak" diye hep millet mi cezalandırılacak? Üç, "hani görev, ehliyet ve liyakat sahiplerine verilecekti... bu olmazsa işlerimiz düzelmez, hep kötüye gider" deniliyordu; ne oldu? Vaz mı geçildi. Birilerine bedel ödemek için, "ehliyet ve liyakat" çöpe mi gidecek? Ayrıca, bu yolla "mazlumlar" azalır mı?
Sorun çözme ve fitne
"Zulüm ve mazlum" meselesi çok önemlidir; sorunludur da. Hele, iç ihtilaflar bünyeyi kanser gibi sarmışsa... Biliyoruz ki, Devlet kanun ve kurallar manzumesi; muazzam bir teşkilattır; yönetme yetkisi iktidarındır. Kanunlar ve kurallar hatalı olabilir, hatta olur. Düzelinceye kadar da, özellikle demokrasilerde saygı gösterilmesi uyulması gerekir. Eğer "tanımıyorum, uymuyorum" denilerek bir cephe oluşturulup, devlete meydan okunuyorsa, bundan kamu düzeni zarar görür; keşmekeş ve anarşi ortamı yeşerir. "Sana göre", "bana göre" devri açılarak ülke iç çatışmaya sürüklenebilir.
İşte tam bu ortamda "yetersizliğin" kaçınılmaz sonucu olarak tuzağa düşen saf kalabalıkların dışında bir de fırsat bekleyenler türer. Esas tehlike de bu zihniyettir. Sorunu, çözmek için değil, devletin ve milletin yapısını/kimliğini değiştirmek için tartışmayı nimet(!) bilirler. Topluma fitneyi yayarak, her şeyi istismar edip; "beşinci kol" gibi çalışırlar. Nerede milletin ve devletin düşmanı varsa, onları dost tutarlar. "Irkçılık", "etnikçilik", "bölücülük", "dinbazlık", "sınıfçılık", "çıkarcılık" gibi dinamikleri ateşleyerek iç çatışmayı başlatırlar.
Uzaklara gittik değil mi? Konuya dönersek, kabinede "Ben .. ..., İngiliz vatandaşı olduğumda Majesteleri Kraliçe II. Elizabeth'e ve vârislerine bağlı kalacağıma, yollarını izleyeceğime her şeye kadir tanrının adıyla yemin ederim" diyen bir bakanımız daha varmış. Gerçi Türk Milletinin aleyhine bir sözünü işitmedik. Aynı dönemde "İki devlete sadakat yemini yetmez mi?" demekte haklısınız. Eşi menendi görülmeyen, kime hizmet edeceği bilinmeyen bu acayiplikten kurtulmak şarttır.
.....
Not: Geçen yazımızdaki "Yunan Ordusu 15 Eylül 1919'da ..." diye başlayan paragraftaki tarih 15 Mayıs 1919 olacaktı. Düzeltir, özür dileriz.